İstiklal Caddesi’nin bir alt sokağında, Süslü Saksı Sokak’ta yer alan gündüzleri farklı geceleri farklı bir yüzü olan mekanın adı “Çilem Bar”


Bir yaz günü, ikindi vakti sonrası arkadaşımla arkadaşımla Süslü Saksı Sokak’taki bir tütüncüye gitmiştik. Tütüncü dediğime bakmayın. Çay, kahve, meşrubat servisinin yapıldığı, raflarında her türden insana hitap edebilecek kitapların bulunduğu bir dükkandı burası. Hatta o gün 3-5 kişi ile Freud’dan, Hegel’den, Marx’tan konuşmuştuk. Muhabbetin başlıca sahibi tütüncünün ta kendisiydi. Benim için ilginç bir deneyim olmuştu.


Sigaralarımızı tüttürüyor, çaylarımızı yudumluyor ve konuşmaya devam ediyorduk. İstesem de bulamayacağım bir ortam ve bir arada vakit geçiremeyeceğim insanlardı onlar. Beyoğlu’nun arka sokaklarından birinde, bir tütüncüde böyle bir ortamda olduğunu hangi arkadaşıma anlatsam eminim ki inanmayacaktı.


Biraz sohbet ettikten sonra o gruptan ayrılıp pencere kenarına geçmiştik arkadaşımla. Arkadaşım biraz

-tartışılır- asosyal olduğu için ve ben de dahil birçok insanla anlaşamadığı için onunla birkaç cümle konuşur, 3 cümle tartışır ve 2 bardak çayı tatsızca içer ve ayrılırdık. Şimdiyse senelerdir görüşmüyoruz.


Pencereden dışarıyı insanların hal ve hareketlerini, rakı kadehlerini kavrama şekillerini, jest ve mimiklerini incelerken gözüm bir mekana takıldı. “Çilem Bar” Hava henüz tam manasıyla kararmadığı için mekanın önüne masa ve sandalye atılmamış, sadece bir kişinin oturduğu kendisine bile hayrı olmayan, döşemesinin rengi solmuş bir sandalye vardı.


Arkadaşım dikkatimin nereye kesildiğini görünce Merve burası gündüzleri normal görünür, böyle göründüğüne aldanma. Geceleri burada kadın pazarlanıyor demişti. Ne kadar da rahat söylemişti. Gözlerim fal taşı gibi açılmış, hayretler içinde kalmıştım. Tamam, evet Beyoğlu bu hayatların yaşandığı ya da bazı kadınların bir bataklık misali içine düştüğü bir yerdi. Kabul. Burada doğdum ve burada büyüdüm ama yine de bazı şeyleri kabullenemiyordu insan. Hele bir kadın olarak kabullenmek istemiyordu asla.


Dış görünüşünden çok ismi dikkatimi çekmişti öncelikle. İnsan bir “eğlence” mekanına Çilem ismini verir miydi? Daha derin bir mana arıyor, o arada unuttuğum çayımı tek yudumda içme gayretine düşüyordum. Barın kapısında 55-60 yaşlarında, orta boylarında, çizgili tişörtlü bir adam oturuyordu. Bakmamak için kendimi çok zorladım ama nafile. Bir anda göz göze gelmiştik adamla.


Arkadaşım yaşadığım hayretten sonra nereye baktığımı anladı ve konuşmaya devam etti.


-Adamın kim olduğunu anlattıklarımdan anlamış olman lazım.


Hayır, anlamamıştım.


-Kadınları pazarlayan adam o. Halk dilinde pezevenk.


Burada yaşadığım için birçok şeye şaşırmamayı öğrenmiştim fakat hala içimde bir yerlerde insanların iyi ve merhametli olarak yaşamlarına devam ettikleri ve edecekleri hissi olduğu için kabullenemiyordum.


Bir barın önüne sandalye atıp, geleni geçeni içeri alarak hayat karartan bir adamın bunu “meslek” olarak addetmesi. Bir kadın ama öncesinde insan olarak kanıma dokunuyordu. Masalarda ağzı içki kokan bir eli kadının bacağında bir elinde sigarası cebindeki paradan güç alan varlıklardan nefret ediyordum.


Silkelendim ve arkadaşıma döndüm “Ee Umut sen bilirsin söyle madem barın ismi nereden geliyor? Umut sigarasından derin bir nefes çekti ve anlatmaya başladı.


Bundan 20 sene önce soğuk bir Mart gecesi, mekanlar tıklım tıklım dolu ve sokaklar karla kaplıyken, barda çalışan ama bir yandan da patronun gözdesi olan-takıntı haline getirdiği- Çilem’in -gerçek ismini kimse bilmiyor- masadaki müşterinin yaptığı askıntılığın dozunu arttırınca tepesi atıyor. Adam Çilem’e yumruk atıp onu yere seriyor. Çilem boş durur mu? Yerdeki içki şişesini herifin kafasına fırlatıyor. Adam belinden silahını çıkarıp -daha sonra ruhsatsız olduğu öğrenildi- Çilem’e doğrultuyor. Kaşı patlamış, ağzı burnu kan içinde kalan Çilem koşarak dışarı çıkıyor. Adam da peşinden tabii. Karlara damla damla kan akıyor. Adam 5 el ateş ediyor. Kalleş kurşunu önce sırtından sonra bacağından yiyen Çilem birkaç saniye sonra dizlerinin üstüne çöküyor. Sanki Tanrı’ya dua edermişcesine. Ambulans geliyor da hikayeden işte. Çilem oracıkta, buz gibi havada, sıcacık kanı bembeyaz kara aka aka can veriyor. Mekanın sahibi de Çilem’in adını veriyor mekana. Çok klişe farkındayım ama 20 sene önce yaşanan bir olay. Düşününce gayet romantik diyebilirsin.


Açıkçası gayet romantik diyebileceğim bir durum değildi. Mekana ismini verecek kadar seviyorduysa o kadıncağızı çekip alacaktı o aç köpeklerin içinden. Allah bilir şimdi de devam ediyor “gözdesi” bir kadının üstünden para kazanmaya. O da öldürüldüğünde mekanın adını mı değiştirecekmiş? Bırakın bu romantizm ayaklarını. Hepsi lafügüzaf.


Önüme konan ve yine içemediğim çayımı tek seferde içerek yerimden kalktım. Çilem Bar’ın önünden geçip pezevenk adamın kasıklarına tekme atıp, yüzüne tükürüp koşarak İstiklal’in kalabalığına karışmak istiyordum. Tek yapabildiğim mekanın tabelasına bakıp Çilem’in nasıl güzel bir kadın olduğunu hayal etmek ve pezevenkle göz teması kurmadan, gördüklerime şaşırmamam gereken İstiklal Caddesi’ne çıkmaktı.


... ve öyle de yaptım.