Herhangi bir olaya, olguya, oluşuma; varlığa, varolmuşa karşı sahip olduğumuz "inanç" denen mekanizma, inandığımız obje ile ilgili problemlerimizin çözümünde akıl çarkının dönmesi ve idrak değirmeninin işlemesini kısıtlandırıyor. Tetkik ve tenkitin çapını daraltan safiyane inanç, objenin dokunulmazlığını katlayarak sujenin obje karşısında muhataplığını düşürüp, etkileşimi zayıflatıp hakikate-gerçeğe(bilgiye) erişimi engelliyor. Hakikate yaklaşmalar, eksik münasebetli inanç ile sanrıların üst üste yığıldığı tapınaklar inşa edilmesine sebep oluyor. Yıkılamaz, aşılamaz; eteğinde koşarken rüzgarları ile huzur bulduğumuz dağların tepesine kurulu tapınaklar... Farkına varılmaya çalışılan davranış tam anlamı ile insanoğlu için bir heyula. Acziyetten doğan... Sözün özünde şunu ifade etmek istiyorum: "............ diye ad verdiğimiz soyutluğa inanmak istedik, tüm varlığımızla inandık. Şüphe duymadık, duymak istemedik. Peki ya hakikat?"

"Hakikatın temeli, yalçın ve sarp dağlarımız kadar sağlam; hakikatin kendisi, sanrı tuğlalarımız kadar pek midir?" İnanç ütopyamızdaki değer ve gerçekleşen olaylar bağlamındaki değerin anlamı arasında oluşan cendere, bu ikisi arasındaki tezatlıklardan gücünü alıyor. Bir mengenenin iki ucu arasında yıkılan mabetler, parçalanan, un ufak olan putlar...

İbrâhîm!

içimdeki putları devir,

elindeki baltayla.

Ey İbrâhîm!

kırılan putların yerine

yenilerini koyan kim ?!


04.01.2020 Üsküdar