Bir soruya şahit oldum, gözlerinden yılların yorgunluğu akan 

genç kadının soluk dudaklarında. Pusluydu sureti, boğuktu sesi; sitemkâr bir tebessüm beliriverdi vakitsizce ve "Beni neden yarattın Tanrım!" diye duyulan çaresizlik karıştı gözyaşlarına; bilememenin öfkesiydi dişlerinde gıcırdayan, bilinmezden şüphe ve şüpheden korkuydu ellerinde titreyen...  


Sahi, neden yarattı?


Mahlûkattan 'insan' diye adlananın yaratılışı iradî midir? Belirsiz. Zorunlu varlık, hilkatın ilk maddesini var ederken sonsuz olasılıklar silsilesini de harekete geçiren iradeyi gösterdi. Öyle zannediyorum ki Tanrı'nın mevcudiyetinde meydana gelmiş evren mekanizmasındaki olasılıklardan yalnızca bir tanesiyiz. Sahip olduğumuz ezelî olmayıp ebedîliği ise şüpheli olan bilinç, zorunlu varlığın ezelî ve ebedîliğini fark etmemize ve varoluşun en uç noktasına, ta sidreye varmamıza sebep oluyor. Bu sınırdan öteye yol yok, yolun sonunda olmak ise hoş değil. Aşkın olanı sezip tahayyül edebilen idrak, hiçbir zaman mutlak varlığın aşkınlığını kavrayamayacak. Kavrayamayacak kadar aciz olan idrakin tüm tahayyülü düşünce zemininde vücut bulur; düşününce fark ediyorum ki düşüncelerim gördüklerim, duyduklarım, kokladıklarım ve hissettiklerimden ibaret. Tüm bunları aktarırken kullandığım kelimeler sayılı. Düşüncelerimin kaynağı gövdeme bağlı olan kafa tasım; ayaklarıma bağlı gövdem; ayaklarım yedi kıta üzerinde ve yedi kat atmosferin dibinde... Geceleri gökteki yıldızlarını seyirle düşlere daldığım bu gezegen sabit bir yörüngede, sistem gökadada, gökadalar süperkümelerde, en nihayetinde vardığımız netice: 93.000.000.000 (doksan üç milyar) ışık yılı! Vay be! Ömür mü yeter bu teraneye? Her neyse, demek ki elle tutulamayan, pranga vurulamayan, durdurulamayan düşünce, bilmem kaç ışık yılı çapındaki sürekli genişlemekte olan evrene hapsedilmiş. Bu kadar çok zaman ve mekân münasebetiyle, zamanın üstünde olup mekânı çepeçevre kuşatan, idrak edilmez. Tecrübe? Edilemez... Belki Tanrı kızar bu söylediklerime. Peki ya Tanrı'm, neden bilinmek istedin öyleyse? Hoş geldiniz, bunun adı Tanrı'nın oyunu. Belki de insanın tek gerçek paradoksu. 


Varlık kendi mevcudiyetini, kendi bünyesinde idrak etmek zorundadır. Aksi takdirde bilinci kendiliğini reddeder. Hakikat, sonsuzdur. Sonsuz olanı, sayılı kombinasyonlara sahip alfabelerle ifade etmek mümkün müdür? Tanrı tüm bunları düşünmüş müdür ki? Sahi, yaratırken ne düşünmüştür? 

  

 "Neliğinden bihaber olunanın, nedenliğinin izahına imkân yoktur!" Bu eşik, başka adımlara gebe... Noktalıyorum.


18.02.2021