Omuzlarımızdaki varoluş yükü, sessizlik ve karanlık... Bu kavramlar bazen hepimizin hayatının ortak noktaları olabiliyor fakat tek ortak yön bu değil. Bela Tarr’ın 2011’de gösterime sunduğu Turin Horse filmi ve Emil Cioran’ın felsefesi de karanlık içerisinde el sıkışıyorlar. Cioran’ın varoluşun çıkmaz sokaklarını gezinen felsefesi Turin Horse içinde hayat buluyor. Film bu düşünceyi insanın anlamdan yoksunluğunun, varoluşsal boşluğunun ve yaşamın ümitsizliğinin derinliklerine inmek amacıyla kullanıyor.
İlk önce biraz filmimizin anlattığı şeyden bahsedelim. Bir adam, kızıyla beraber dış dünyadan uzak bir çiftlikte yaşamını devam ettirir. Hayatları tekdüzelikten ibarettir: atı ahırdan çıkart, ata bin, su taşı, ata geri bin, atı ahıra sok ve diğer işler... Pek çok örneği gibi bu tekdüze hayat da yaşanılan yıkıcı bir olay sonu çatlar: atları ani bir şekilde rahatsızlanır. Filmin bundan sonraki bölümü, ikilimizin rutini yeniden yakalama çabalarına bizi şahit ederken, varoluşsal sancılarla baş etmeye çalışmalarını perdeye yansıtır.
Emil Cioran, insanın varoluşundaki eksiklikten bahsederken umutsuzluğu takip eder. Turin Horse işte bu umutsuzluğun perdelerini aralıyor ve insanın tüm hayatınca bileklerine bağlı bir zincir gibi taşıdığı bu yükün ağırlığını gözler önüne seriyor. Karakterlerimizin yaşadıkları tüm olaylara rağmen oldukça az konuşmaları ve birbirleriyle nadir iletişim kurmaları, Cioran’ın ‘’sessizlikler içinde yaşarız’’ deyişine selam çakıyor.
Turin Horse taşıdığı derin felsefeyi sinematografisiyle de oldukça sağlam şekilde güçlendiriyor. Yönetmenin sabit açılı, uzun ve yavaş sahneleri, bizleri bu sancılı yolun daha da içine çekiyor. Görüntülerin siyah-beyaz olması da insan yaşamını kaostan uzak bir gerçeklikte çizerken, Cioran’ın felsefesindeki pesimist tarafı bizlere gösteriyor. Bu seçim de filmi aslında Cioran’ın felsefesinin sinematik bir karşılığı oluyor.
Film bilinçli ya da bilinçsiz olarak Cioran’ın düşüncelerinden güçlü referanslar sunarken bizlere de varoluşumuzu derin bir biçimde sorgulama fırsatı sunuyor. Umutsuzluğun, insanın özündeki kaotik yapının yüzümüze çarpılması bizleri karamsar bir düşünceye itmek için değil, sorgulamaya teşvik etmek için diyebiliriz bu yüzden. Bunu güçlendirecek bir tez olarak da Cioran’ın intiharı düşünerek intihardan kaçmasını sunabiliriz.
Sonuç olarak Turin Horse, Nietzsche’nin felsefesini referans aldığını açık bir şekilde belli etse de kuşkusuz bir şekilde Cioran’ın düşünce zeminin estetik bir görsel ifadesi diyebiliriz.