Son günlerde varoluş ve yaşam döngüleri tabağında bundan önce yutmadığım büyüklükte lokmalar yutmuş gibi hissediyorum. Boğazımda ayrandan noksan, tosta basılmış büfe döneri edasıyla ilerleyen lokmalar. Bu düşünceler içerisindeyken varoluşumuzun ve yaşadığımız hayatların, geçirdiğimiz tüm zamanların ve evrelerin aslında bir ayak uydurma çabası olduğunu iyice hissettim. Ekmeğin boğazı tırmalayan sert kısmı burasıydı anlaşılan. Bu ayak uydurmaya çalışma eylemi altında geçen zaman aslında dönüp baktığımda elimde kalan şeylerin bütününü oluşturuyor. Stabilliklerden kaçmaya çalışırken girdiğimiz fiziksel ve ruhsal evreler aslında düz seyreden bir çizgideki iniş çıkışları yansıtırken, ortalama 9 ayın sonunda başlayan bir doğru üzerinde stabillikle mücadele veren inişli çıkışlı çizgi makus talihinden kaçamayıp dümdüz, direndiği stabilliğe teslim olmuş bir doğru şeklinde ilerlemeye başlıyor. Sonrası açık. Baş ucundaki çizgisi stabilliğe kafa tutmaya devam eden diğer et yığınlarından ölüm saatini bildiren sözcükler dökülüyor. Bir nevi insan kendi çizgisini dümdüz hale sokarken bile başka çizgileri aşağıya çekiyor. Ne aşağılık bir canlı değil mi? Başlangıçtan sonsuza asla kendi kabından yiyemeyen, kendisinde olanı çevresine bulaştırmadan duramayan bulaşıcı bir hastalığın ürünleri.