Koskoca bir yılı daha devirdik demek. Zamanın hızlı geçtiğini şu yaşımda öğrenmiştim. Yaşım mı, on beş. Bu sene öğreniyordum hayatı, yaşamayı. Bu sene gerçekler daha bir yakın, daha bir tanıdık geliyordu bana. Çünkü artık ayaklarımın üzerinde durmam gereken yaştayım. Evet, haklısınız biraz erken, ne birazı bayağı erken diyenleriniz var ama hayat kimileri için yumoş kokulu nevresim takımları, kimileri için ise kara yağ kokulu sanayi köşeleri… Babamı kaybettikten sonra annemle yalnız kaldık. Bazen keşke ağabeylerim, ablalarım olsaydı da onlar bize sahip çıksalardı diye düşünüyorum ve üzülüyorum. Akabinde diyorum ki ya benden küçük kardeşlerim de olsaydı? Bu ihtimali düşününce daha da üzülüyorum. Ve anlıyorum ki hayat boyu en çok sahip olacağım duygu, şüphesiz ki üzülmek olacak. Yarın ilk orucumuzu tutacakmışız, annem öyle söyledi. Bugünlerin hayalini kurardım daha düne kadar. Dün diyorum çünkü mutlu anlarımız bana o kadar yakın geliyor ki. Hatırlayabildiğim kadar anı çağırmak istiyorum zihnime. Ramazanda özellikle neler yapardık, babam bizim için ne yapardı? Düşünüyorum, kıvranıyorum, bir türlü lanet beynim çalışmıyor. Keşke her şeyi hatırlayacak yaşta olsaydım, diye düşünüyorum ve yine üzülüyorum. Hemen kendimi haklı çıkarmak için sebepler aramaya koyuluyorum. Diyorum ki nereden bilebilirdim babamı bu kadar erken kaybedeceğimi? Anılarla yaşamayı öğrenmek için daha çok küçüğüm. Bunu kabullenmeliyim ve kendime haksızlık etmekten vazgeçmeliyim. Yumuşuyorum hemen de. Ne yapayım babama çekmişim, o da bir türlü sinirli kalamazdı. Babamdan bir iz taşıdığım için gülümsüyorum bu sefer. Bu işin içinden çıkamayınca annemin yanında alıyorum soluğu. Bütün masumluğumla, al al olmuş yanaklarımla, “anne, anne!..” diye sevinçle koşuyorum yanına. Çalışmaktan hafif kara lekelerin artık yer edindiği küçük ellerimle elini tutup yeni bir şey öğrenecek olmanın vermiş olduğu mutlulukla soruyorum: “Geçen sene ramazanda, hani ilk gün babam bizim için bir şey yapmıştı ya neydi o?” Sorduğum soru karşısında bir an afallıyor, ne diyeceğini bilemez gibi bakıyor yüzüme. Bense içimden, “mutlaka bir şey yapmıştır babam,” diye geçiriyorum. O günleri hatırlamadığımı anlarsa üzülür diye düşünüyorum. O yüzden her şeyi hatırlıyorum da sadece onu hatırlamıyorum gibi davranmaya çalışıyorum. Cevap gecikince üsteliyorum yine: “Anne, her şeyi hatırlıyorum da o yaptığı şey var ya işte bir o aklıma gelmiyor ve ben onu çok merak ediyorum anne.” Annem de hiçbir şey hatırlamadığımı anlamış ama o da benim gibi küçük bir oyun oynamak istiyor diye düşünüyorum. Cevap veriyor, “Hah şimdi hatırladım,” diyor ama eminim ne söyleyeceğini bilmediği için zaman kazanmak istiyor. “Baban ilk gün bizim için pide almıştı tabii ki. Hem de senin en sevdiğin pideden.” Gülümsüyorum, bu oyunu ikimiz de güzel oynadık diyorum. Yine kızıyorum kendime, bu benim aklıma nasıl gelmedi. Çok değerli bir bilgiyi hatırlamış gibi yapıyorum: “Tabii ya, nasıl da unutmuşum onu anne. Yarın işten gelirken ben de alacağım bir pide hem de babamın en sevdiğinden.” diyorum, annem sarılıyor. Öyle içten sarılıyor ki bir anda bütün yaralarım kabuk bağlıyor, bir anda bütün dertlerim derman buluyor. Yatmalıyım diye düşünüyorum. Yarın ramazan ama yine de çalışmam lazım. Yatağıma girdiğim zaman hemen kapının arkasında asılı duran iş elbiselerime takılıyor gözüm. Uzunca bir süre bakıp acaba gitmesem mi diye düşünüyorum. Ama hemen zihnimde cereyan eden düşüncelere engel olamıyorum: “Çalışmasam babamın en sevdiği pideden alamam ki…”



Mayıs 2020/Taşlıçay