Bundan birkaç sene evveldi o sarı pabuçlu kız çocuğuyla tanışmam...
Akşamüzeri bir parkta, bir başına, mana bulamazca salınıyordu bir salıncakta. Yaşına bakacak olursak, en fazla 7 yaşlarındaydı. O yaşlardaki çocuklar için yapılmış salıncağa değil de, daha büyükçe çocuklar için yapılmış salıncaklara biniyordu. Hani şu, herhangi bir emniyeti olmayan salıncaklar vardır ya, dikdörtgen bir tahtanın iki yanından zincirleri uzayan salıncaklar, hah onlardan birinde salınıyordu yavrucak. Salıncağın emniyeti yoktuysa da, o kendi kendini emniyete almıştı. İki eliyle salıncağın sol yanından uzayan demirleri sarmıştı, bacaklarını birbirine kenetlemişti. Arada bir başını göğe çeviriyordu, gözleri bir şeyi arıyordu sanki. Sonra bulamazca bir hüzünle geri yere indiriyordu kafasını, usul usul sallanıyordu sonra da. Sanki içinden gelmiyordu da, mecburiyetten yapıyordu bu sallanma işini. Bir belki iki kez gözleri diğer çocuklara kaydı. Gözlerinde boş bir evin sessizliği vardı sanki. Baktığı çocuklar onu pek memnun etmiş değildi belli ki, yüzünü ekşitip gözlerini yeniden yere yöneltti. Önce yalnızlıktan bu hali diye düşündüm, belki hiç arkadaşı yoktu koskoca parkta. Çok geçmedi sonra bir çocuk geldi yanına, oynamayı teklif etti, hayır anlamında başını salladı. Çocuk omuz silkti ve uzaklaştı. Küçük kız, çocuğun hemen ardından başını göğe kaldırdı yeniden. Baktı, aradı... Aradığını yine bulamamış olmalı ki, titrek dudaklarla gerisin geri yere döndü başı. Etrafa bakındım, kimi kimsesi yok muydu ki? Parka geleli nereden baksam bir saat olmuştu ve kimseler çocuğun yanına uğramamıştı. Merakımı daha fazla göz ardı edemedim, kalktım tam gitmeye... Böyle olmaz diye düşündüm. Korksun istemedim. Nasıl yapsam da yanına gitsem diye düşünürken, pamuk şeker satan birini gördüm. Şahane! Pamuk şekeri aldım, hemen açtım, birkaç lokma attım ağzıma. Bu kadarı kâfiydi. Sırf onun için aldığımı bilsin istemedim. Küçük kızın yanına doğru ilerledim. Yanındaki salıncağa oturdum. Bana baktı, şaşkınca. Kocaman insan, ne işi var salıncakta dercesine... Gülümsedim, başladım ben de usul usul sallanmaya. Kafasını yere gömdü gene! Ah merakı bile küçücüktü bu kızın. Sonra yavaşladım ve pamuk şekeri uzattım. "Sen de ister misin? Hepsi çok gelir bana, paylaşalım mı?" ikna etmek için tüm ikna cümlelerimi art arda sıralamıştım. Hayır dese ne derdim hiç bilmiyorum. Neyse ki gözleri parıl parıl bir halde "En bir sevdiğim!" diyerek elini attı pamuk şekere. Kocaman bir parça koparmıştı. Küçük ısırıklarla yemeye başladı parçasını. Sonra parmağında kalan şekeri de sıyırdı. Bana baktı, "Al hepsini sen ye, ben doydum." dedim. Aldı. "Aslında yabancılarla konuşmam. Bunu annem söyledi diye de değil, tercihen konuşmam. Annem hiç söylemedi bana bunu zaten." durdu bir şey dememi bekledi sanki ama ben sustum, omuz silkti ve devam etti "Kötü biri değilsin bence sen. O yüzden seninle konuştum." dedi. Gülümsedim. "Nereden anladın kötü biri olmadığımı." diye sordum. Parmağıyla yatay bir parantez çizerek "Gülüşünden." dedi. Bir an ne desem bilemedim. İçimden hayır demek geldi, hayır herkesi gülüşüyle değerlendirme sakın! Ancak diyemedim, o kadar kendinden emindi ve saftı ki, bunu lekelemeye korktum. Biraz sallandık. "Neden kimseyle oynamıyorsun?" diye sordum. Hiç düşünmeden, "Arkadaşımı bekliyorum." dedi. Saat geç olmaya başlamıştı, bu saatten sonra arkadaşının geleceğine pek olasılık vermedimse de yine de sordum "Arkadaşın nerede ki?", gözlerini göğe çevirdi ve parmağını yukarı kaldırarak "Orada." dedi. Anlamamıştım, yukarda mıydı? Aynen böyle, küçük kıza da sordum. Evet, manasında kafasını salladı. "Yukarda nerede?" dedim. "Gökyüzünde." dedi. Düşündüm, pek bir anlam çıkaramadım. Parkın ışıkları yandı o esnada. Henüz hava kararmamıştı ama loşlaşmıştı. Bir süre daha sallandık. Ben ses etmesem, küçük kızın hiç konuşası yoktu belli ki. Tam ses etmeye... "İşteee!" diye bağırarak salıncaktan kalktı, yanıma geldi ve kolumu sallayarak "Bak orada işte arkadaşım!" dedi. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım, bir tek bir yıldız vardı yukarda. "Hani nerede?" diye sordum, olduğu yerde zıplayarak ve parmağıyla gökyüzünü işaret ederek "Orada işte, orada!" diye bağırdı. Sahiden de yıldızı işaret ediyordu. "Yıldız mı?" diye sordum şaşkınca... "Evet!" dedi. Şaşkınlığımı anlamış olacak ki, önce salıncağına oturdu ve sonra bana dönüp bilmiş bir edayla "Her yıldız, bir insandır aslında. Sen de bir gün yıldız olacaksın." dedi bana ve devam etti "Yıldızlar bize yol gösterir, kutup yıldızı mesela. Karanlıkta bırakmazlar hiç bizi. Yalnız hissedince hemen gökte beliriverirler. Ben de yıldız olmak istiyorum." dedi ve sonra hemen heyecanla ekledi "Orada değil merak etme. Bu dünyada." dedi. Hava hepten kararmıştı ve gökyüzünde daha çok yıldız belirmişti. Küçük kız ayağa kalktı, bir süre gülümseyerek gökyüzüne baktı. Yıldızlarla konuşur gibiydi. Yanıma yaklaşıp, kolumdan tuttu, "Kalk da sizi tanıştırayım." dedi ve başladı birkaç isim saymaya. Bazı isimlerin arkasına bir de teyze, amca, abla gibi birtakım sözcükler iliştiriyordu...
Sayımın bittiğini düşündüğüm bir anda dedi ki, "Annemi de seninle tanıştırmak isterdim ama onu sadece odamın penceresinden görüyorum."