“Şimdi şu satırları okumakta olan öğrenciler, okuldaki tutumunuz hakkındaki her haberi annelerinizin ne büyük bir heyecanla dinlediklerini hiç düşündünüz mü? Sizin uslu olduğunuzu, iyi çalıştığınızı, her gün yeni bilgiler öğrenmekte olduğunuzu, haber aldıkları zaman yüreklerinin sonsuz bir sevinçle dolduğunu hiç aklınızdan geçirdiniz mi?” (Oğlumun Hikayesi, Tsena Çonos)

 

Aslında okula başladığım andan bugüne kadar kendimde şöyle bir izlenim olduğunu fark ettim: Okuldan nefret eden, derslerine çaba gösterse de pek istediği sonucu alamayan ben ve ailemin gözünde de böyle olan, okulun içinde yaşadığım anlar pek uçuk değil, kimi zaman hiç tatmadığım duyguları okul çevresinde yaşadığım oldu, kimi zaman da hiç yaşamak istemediğim anlar, yarı yolda bırakılma, daha sonra hiçbir şey olmamış gibi birbirlerine yabancı olan arkadaşlık durumlarını okulda tanık oldum ( belki de okuldan nefret etme sebeplerinden biri diye düşünüyorum bu durumu). Nefret ettiğim gibi sevdiğim yönleri de olmuştu okulun. Bir şeyler okumaya tam anımsamıyorum ama ortaokul 1’de Türkçe ders kitaplarında kısaltılmış metinler ya da kısa hikayelerin okunduğumuz zamanlar da başladığımı söyleyebilirim. Belki de o an kendim için yeni bir dünyanın kapılarını açtığımı fark edememiş olabilirim ama yine de he geçen zamanda okumaya dair bir hevesimin azalmadığını hatta daha çok arttığını gördükçe o küçük Fatma’ya teşekkür edebilirim. Etrafımda pek kitap okuyan akranım olmadığı için ortaokulun sonlarına doğru evimden biraz uzak olan kütüphaneden kitap alırdım ya da kendi paramla kitap alıp okurdum. Gittiğim kütüphane demişken oradan bir yara izi gibi kalmış bir anım var, okuldan öğlen saatlerinden çıktığım gibi eve de uğrayıp kütüphaneye gitmeye yola çıkıyorum. Elimde kitabım ve kütüphane kartımla kütüphaneye ödünç aldığım kitabı bıraktıktan sonra daha vakit var diye hemen kütüphanenin yanı başındaki parka giderim diye düşündüm ve tabii ki de parkın en güzel yanı sepet salıncağın bulunması… Salıncak için sıraya girdiğimde benden başka sıra bekleyen kimse yoktu ki sıra bana geldiği gibi nereden geldiklerini bile görmediğim iki kız biri salıncağa bindi diğeri de arkadaşını sallamaya başladı. O anın şaşkınlığıyla güzelce kendimi işte sıranın bende olduğunu söylüyorum ama o iki kız hiç oralı olmuyor. Bende mecbur salıncağın zincirinden tutarak durdurmaya çalışıyorum ve yavaşlamasını beklemeden kız salıncaktan indi ve ikisi üstüme birden çullanmaya başladılar ki hangisi vurdu diye görmeden sırt boşluğuma dirseğiyle vurduğu gibi yere çömeldim ve nefessiz halde sessiz bir ağlamaya başladım ki hala vurmaya devam ettiler. Bende ağlamaya devam ediyorum ki bir süre orada sadece ağlamakla kızların ne zaman gittiğini fark edemeden çaresizce kalktım. Yüzümü, gözümü sileyim de evdekiler ağladığımı anlamasınlar derken bir teyze yanıma yaklaşıp belki de beni teselli eder düşüncesiyle baktım ki şey dedi “kızım hiç mi utanmadın kendini bir savunmadın, sende bir tane vuramadın gitti… ben o halde bir şey diyemeden evin yolunu tuttum. Olayın üstünden belki 10 sene geçti ve ben yakın zamanda söylemiştim evdekilere ve tabii ki de hepsinde gülmemek için kendilerini zor tutan gözlerle karşı karşıya kaldım. Sırf bir salıncak için de dayak yemezsin sözleri de oldu ama benim için böyle bir durumda bile gülmelerini eksik tutmamaları önemli geldi. Tabii okul döneminde de hiç mi kavgam olmadı? Kusura bakmayın nerede kavga varsa oradan kaçardım çünkü evdekilerin “kavga etmeyin, kimseye sataşmayın, birileriyle anlaşamamazlık yaşamayın” gibi sözlerle tembihlendikten sonra ne kavgası diye düşünmekten en küçük bir tartışma yaşamadan okulu devam ettim. Bir yandan da kavga ettim diye kendimle böbürlenip bir de evdekilerin bu duruma karşı beni tebrik edeceklerini düşünmem bile… Devam edelim mi bu kadar kendimi ifşa etmem fazla geldi bana. Ya da hiç kimseden mi ödünç alabileceğim kitap olmadı mı? Oldu ama sonu çok kötü ya da kendimi mahcup hissettiğim için bir daha birinden kitap ödünç almadım. Ama size anlatayım: Galiba lise 1’di bir arkadaşım da bilim kurgu ya da fantastik türünde bir kitap okuyor ve anlattıkça çok merak ediyorum. Belki de ilk defa başkasının okuduğu kitaba merakım oldu (çünkü lise zamanında sınıfım hatta tüm okul Wattpadd kitapları okuduğu için pek ilgimi çekmediğinden dolayı pek kimin ne okuduğu umurumda olmamıştı). Kitabı ödünç alabilirim diye sorduğumda “olur ama dersin sonuna kadar az bir kısmım kaldı onu da okur sana veririm kitabı”, dedi. Sonra dediği gibi de kitabı verdi bana. Asıl en kötü kısım belki de bana göre öyle ama ders bittikten sonra eşyalarımı topladıktan sonra sınıftan çıkacakken arkadaşım ön masadan benim masamın altında kendi kitabını görünce bir nevi az kalsın emanet olan kitabı unutuyordum ve o durumda tek yapabileceğimi düşündüğüm çözümde arkadaşıma kitabını geri vererek bir daha da birinden kitap ödünç almayacağım gibi bir düşünce edindim. Bu zamana kadar da kimseden ödünç almadım (sözümdeki kararlılık beni bile şaşırttı, lisede Fatma’yı hala dinlediğime şaşırıyorum). Lisede tabii durum biraz farklı okulda hatırladığım kadarıyla bir ara Wattpadd kitaplarını yasaktı, okuyan öğrencilerin kitaplarına el konuluyor ve galiba velilerini arıyorlardı. O zaman saçma bulduğum durumla şu an da dalga geçiyorum (zamanında siyasi ya da politik kitapların toplandığı dönemi o zamanda yaşamış gibi hissettim). Az önce dediğim duruma benzer benle arkadaşımın başından da küçük çaplı geçti diyebiliriz. Lise 3’te okulda arama yapılacağını duyan arkadaşım yanıma elinde Nihat Behram’ın Darağacında Üç Fidan kitabını saklamamız gerektiğini söyleyince biraz heyecanla biraz da sakinlikle karışık bir halde kitabı hizmetli odasından bir ablaya vermiştik. Belki de abla da şikâyet edebilirdi ama o zaman hiç aklımızın ucundan da bile geçmedi ama abla da şikâyette etmedi. O anı yine anımsayınca dediğim gibi zamanında yasak kitapların toplanmasında sanki başrol benim ve hiç yaşamadığım zamanı sıradanmış gibi yaşadım gibi bir şey oldu.

Devam edersem aslında okulda pek bir şey yaşamadım da diyebilirim. Evet konuşabileceğim arkadaşlarım oldu, gülüp eğlenebildiğim anlarım da oldu okulda ama beni okuldan da bir o kadar nefret ettiren durum da söz konusuydu. Neden mi? Pek açık nasıl anlatabileceğimi düşünüyorum… Galiba farklı insanların farklı düşüncelerin oluştuğu bir ortamda herkesin aynı bir odağa sürüklenmesi, herkesten aynı sonucu görmeyi isteyen insanların gözetiminde dört duvarın içinde yeni bilgilerin öğretileceğini düşünen insanların içinde, kendi bir savaşın ortasında hissediyordum. Savaşmayı istemezsin ama çaresizce savaşmak zorundasın. Yoksa ezilip bir kenara atılacaksın. Okul hayatımı gözden geçirdiğimde pek çalışkan ya da çok yetenekli olduğumu söyleyemem hatta öyle de değildim. Şu anda da böyleyim, çaba göstermekten evde adım çıktı… Çalışıyor ama çok iyi değil, orta yani… derlerdi ama pek umurumda olmazdı. ÇÜNKÜ OKULDAN NEFRET EDİYORDUM… Okul ve evim çok yakındı ve bir an önce eve gitmek isterdim. Zilin çalması benim okuldan kaçmam için fırsattı (okul kursları olurdu hiç gitmezdim bu sebepten dolayı). Evde de galiba çok ders çalışan ya da çalışkan bir imajım yoktu diye düşünüyorum. Daha da çok aman dersi geçeyim ya da sınıf tekrarı filan olmasın da kafasındaydım. Ama ne kadar nefret etsem de okuldan yine de okumaya devam ediyorum. Bir başkası için değil, birisine imrendiğim için de değil, daha çok kendim için okuduğumu fark ettim. Annemin ya da babamın ne kadar desteklerini gösterseler de ilk başlarda okuma sebebim onların olduğunu düşünürdüm (ne onların yaşlanacağını ne de benim büyüyeceğimi hesaba katmamıştım). Kendi yaşantımı çizmeye başladığımı hiç bilmiyordum. Başıma geleceklerin sorumlulukları bana ait olacağını çok önceden kavradım. Şu an ne kadar eğitimime devam etsem de hâlâ o küçük kız içimde yaşıyor. Okuldan nefret etse de evdekilere okulu nasıl geçtiğini anlatmaya hevesli koşan bir çocuk yaşıyor içimde. Belki de o beni bugüne kadar taşıdı ve taşımaya devam edecektir. Eğitimin sonunda tüm ipleri elime alınca da umarım yine aynı hevesle evdekilere, özellikle de anneme anlatırım. O günler gerçekleştiğinde yine gelip sizlere anlatırım o güzel anları... Şimdilik bu kadar, umarım sıkılmamışsınızdır bu yazıda...