Çocukken yaz tatilinde dedemin köydeki evine giderdik. Ayçiçek tarlalarıyla, tütün tarlalarının içindeki küçük dünyaya. Babam tatile girmiş olmanın verdiği keyifle, memur kıyafetlerinden arınır; dedemlerin tek katlı evinin bahçesinde gazete okurdu. Kahvaltı boyunca çocuk aklımın ermediği meseleler, gazetedeki haberler üzerinden konuşulurdu. Sonra dedem tarlayı sürmeye, ninem ahıra, babam da köy kahvesinde hemşehrileriyle çay içmeye giderdi. Ben evimizden getirdiğimiz oyuncaklarımla oynarken ninem eve girerdi. Sobada yemek yapmaya başlardı, annem ona yardım ederdi. Dedem gelirdi, akşam evin ortasındaki sobalı odada oturulurdu; gece oldu mu diğer odalar hiç ısınmazdı. Gündüz yanar, gece donardık. Yemek yer sofrasında yendikten sonra ninem, çay içilirken çekirdekleri kabuklarından ayıklayıp bana verirdi. Şimdi hatırlıyorum da bazı geceler ev ahalisi uyurdu, ben bir köpek sesi duyardım. Hiç susmaz, sürekli havlar ve ulurdu. Geceler boyu o köpeğin sesi nereden geliyor diye merak edip sıcak yorgandan çıkar ve o sobasız soğuk odanın penceresinden sesin nereden geldiğini düşünürdüm. Çocuktum ya, korkardım o gecelerde. Köpeğin uzakta olduğunu bilirsem rahat uyurum diye kaç gece uyumamıştım. Şimdi dedem de yok ninem de. Üstünden yirmi yıl geçmiş anlattıklarımın... Ama ben hâlâ o köpeği bulmaya çalışan çocuğum işte.