Evet aziz okuyucu, hoş geldin mi demeliyim yoksa höse geldim mi demeliyim inan bilmiyorum ancak elim boş gelmedim. Sana eğleneceğini; eğlenirken düşüneceğini umduğum şeylerle geldim. Bugün sana bir ‘kıssa’ anlatıp bu başlığımızı tamamlamak niyetindeyim. Hemen başlayalım, umarım benim yazmayı özlediğim kadar sen de yazdıklarımı okumayı özlemişsindir.

İlk kıssamız şöyle:

Devletleşme sürecinin erken dönemlerinde, kabile reislikleri dönemlerinden gelen tecrübeleri günün şartlarına uydurmayı başarmış; kaynakların önemini, birlik ve beraberliğin kaynak kullanımında ve bu kaynakların eşit dağıtılarak refahın halka yayılmasının önemi anlayarak ‘devletleşme’ sürecini etkili bir şekilde başlatmış olan Serp’lerin Yüce Kralı Suriad, tahtı kendisine terk edeceği oğu Sahres’e bütün bilgi birikimini ve tecrübelerini fikirleri ile beraber aktarmayı başarmıştır. Babasının yolunda emin adımlarla ilerleyen Sahres, babasının teknolojik eksikliklerini de gidererek henüz devletleşme sürecini şehirlerinden öteye taşıyamamış ve kaynak zafiyetlerine sebep olan Reegrk devletlerini hedefine almıştı.

Reegrk şehir devletleri kendi aralarında sürekli savaşarak hem kaynakları hem de popülasyonlarını tehlikeye atan, kendilerinden başka herkesi ‘yabani’ olarak nitelendiren buna rağmen savaşçıların idrarından kanına, terinden dölüne kadar tüm artıklarını ‘kudret kaynağı’ olarak gören; başka devletlerin vatandaşlarını esir ederek köleleştiren gösteriş budalalarından başka bir şey değillerdi. Bununla beraber, Reegrk şehir devletlerinin ahalisi, asaletin ‘eğitim’ ‘ihtisas’ ‘îtidal’ vb gibi manevi temelli olduğundan ziyade kandan gelen bir ‘doğum hakkı’ olduğunu sanan ve buna bağlı olarak insanları farklı sınıflara ayıran ve fakat işine geldiği taktirde bu ‘asalet’i ticaret veya fitne-fücur-fesat-şantaj gibi insanların aşağılık hislerinin tezahürlerine takas edebilecek iki yüzlü insanlardı.

Sahres, her ne kadar bu kendini üstün gören gösteriş budalalarını gerek elçiler gerekse şehir devletlerinin reislerine yazdığı mektuplarla yola getirmeye çalışsa da kendilerinden başka hiç kimseyi ‘insan’ olarak bile nitelendirmeyen reisler ve onların ‘şakşakçıları’nı bir türlü barış ve refah yoluna çekememişti. Oysa ki Yüce Sahres, onların arasında cereyan eden ve cevre diyarlarda bile etkisini gösteren bu barbarlıklarını hiçbir karşılık beklemeden ve hatta elindeki tüm maddi ve manevi imkanları da kullanarak gidermek için hakemlik yapmayı bile teklif etmişti. Ancak burnu havada olan Reegrk şehir devletleri, Sahres’in mektuplarına devlet adamlarına yakışmayacak aşağılıkla hakaretlerle yanıtlamışlardı ve gönderdikleri elçileri türlü işkencelerle ve insanlık onuruna yakışmayan aşağılamalarla katletmişlerdi. Daha da ileri gidip, Sarhes’in refah içerisinde yaşayan halkının kaynaklarına ve güzellikleri dillere destan olan kadınlarına bile göz dikme cür’etini göstermişlerdi.

Reegrk şehir devletlerinin nush ile uslanmayacağını üzülerek gören Sahres, elçilerine verilen zevallerle tektir’in de işe yaramayacağını da istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kalmış ve en nihayetinde kötek safhasının tek çözüm olduğunu fark etmiştir. Gerek geçmiş nesillerin tecrübelerini kendinde toplamış; feraset ve basiret sahibi eğitmenlerden en sağlam bilgileri almış olan Sarhes, tüm bu bilgi birikimi, gözlem ve çalışmaların neticesinde hem karada hem de denizde eşi benzeri olmayan ordusunun istikametini Reegrk Şehir devletlerine çevirmişti.

Bilmeyenler için ölmek ve öldürmekten ibaret olan savaş, Sahres gibi bilge komutanlar için acı, kıyım, yoksulluk ve israftan öte bir şey olmadığı için ince eleyip sık dokumuştu. Öyle ki, Reegrk şehir devletlerini hakkında yazılmış ister sosyo-kültürel olsun ister coğrafik ister demografik olsun tüm belgeleri bizzat okumuş; iklimlerini ezberlemiş; topografisini yalayıp yutmuştu. Öyle ki savaşın stratejik hazırlıkları –doğa etkeni bile göz önüne alındığı için- dört bahar sürmüştü. Bu zaman zarfında Sahres, halkın refahında bir değişiklik olmaması için gerekli tüm ikmallerini yapmış; lojistik planlarını çıkartmış; Reegrk halkının zarar görmemesi için kendi tarafına çekmek adına hem halkın arasına hem devlet kademelerine casuslarını yerleştirmiş propaganda faaliyetlerine dahi başlamıştı. Doğa’ya yenilmemek için deniz kuvvetlerini de güçlendirmeyi ihmal etmemişti.

Günler birbirini kovalayıp, savaş kaçınılmaz bir hal aldığında yıllardan beri biriktirdiği tüm bilgileri kurmayları ile de paylaşarak Reegrk şehir devletlerine pupa yelken açmıştı.

Her ne kadar Reegrk halkı Serpleri aşağılık insanlar olarak görse de Sahres’in savaş hakkındaki fikirleri generallerinden subaylarına ve hatta cephe gerisindeki aşçısına kadar sirayet etmişti. Tüm ordu, savaşın gereksiz bir yıkım olduğuna vakıf bir şekilde sükûnetle savaşın başlamadan bitmesini beklemeye başlamıştı. Klimatologlar, astronomlar, topologlar vb. bilim adamları eşliğinde hazırlanılan bir savaş planı dolayısıyla Termop sahil geçidinin elli deniz mili kuzeyine çıkartma yapmışlardı. Buradan sonrası deyim yerinde ise ‘şamda kayısı’ idi. Zira kendi aralarında bile bir birliktelik oluşturamayan Reegrk’ler savaşı Termop geçidine çekip, Sarhes ve kuvvetlerini dar geçitte vahşice dura dinlene katletmek niyetinde idiler. Çünkü, ihtilafın kaçınılmaz bir sonucu olarak ellerinde yeteri kadar birlik bulunmuyordu. Reegrk’in bu sınırlı sayıdaki birliklerini belli bir noktada tutmanın gerekli olduğunu düşünen Sahres, onların geçitte muhkem kalabilmesi için askerlerini ve içerisindeki tedariklerini başka gemilere aktardığı birkaç düzine kadar gemiyi, fırtına dolayısıyla batacaklarını bilerek Tempo geçidine yakın istikamete sevk etmişti.

Savaşın ve dolayısıyla bu gemilerin aldatmacadan başka bir şey olmadığına henüz kânî olamayan Reegrk kuvvetleri denizin karanlık sularına gömülen birkaç düzine gemiyi görünce ‘tanrıların’ kendi yanlarında olduğu izlenimine kapılmışlardı bile. Mağrur Reegrk halkı, daha savaş başlamadan savaşı kazanacakları izlenimine kapılmışlardı bile. Oysa ki ne kadar küstahlardı: hem savaşın aldatmaca olduğundan bîhaberlerdi, hem de savaş alanını belirleyen komutanın savaşın galibi olduklarından bîhaberdârlardı; yetmezmiş gibi bir de ellerinde düşmanla ve düşmanın hareketleri ile alakalı incir çekirdeği kadar bile istihbarat sahibi değillerdi. Oysa ki Sahres, kendisine kadar aktarılan yüzlerce yıllık bilgi birikimi; gözlem; analiz ve istihbaratın sonucu olarak ne savaş meydanını Reegrk komutanı Sadinoel’e bırakacak kadar cahildi; ne düşmanı hafife alacak mağrurdu ne de istihbaratları göz ardı edecek kadar ahmak.

Tabi ki, Sahres oyunu sürdürmenin gerekliliğini de biliyordu. Bu yüzden de başka birkaç gemi dolusu askeri Termop geçidinin birkaç kilometre yukarısından karaya çıkartıp Sadinoel’i meşgul tutmayı da düşünmüştü. Sadinoel,çok çok birkaç alaydan mürekkeb bu birliklerle –sözüm ona- merdâne bir şekilde çarpışırken, Sahres ordusunun istikametini iç direncini düşürmüş Reegrk şehir devletlerine çevirmişti bile. Sadinoel geçitte kendi çapında eğlenedursun şehir devletleri tedbirsizliğin kaçınılmaz bir neticesi olarak kısa zaman içerisinde tek tek düşmüş; Sahres kuvvetlerinin bir kısmını Termop geçidinin ve dolayısıyla Sadinoel’in arkasına sürmüştü Serp kuvvetleri başkaları savaşa kurban gitmesin diye kendilerini feda eden birkaç alay askerin fedakarlıkları ile son bulmuştu. Bundan sonrasında ise Shares Reegrk şehir devletleri krallarının, tüm pisliklerinin aslında Reegrk halkından kaynaklandığını üzülerek görmüş ve bu iflah olmaz kibirli halkı kendi haline bırakarak çok sevdikleri idrar, kan, döl ve sınıf ayırımının kollarında bırakmak zorunda kalarak Reegrk topraklarını terk etmişti…


Kıssa sana tanıdık geldi mi bilemiyorum aziz okuyucu ancak az çok tahmin edeceğin üzere bu ‘kıssa’ tarihi bir olaydan alıntılanmıştır. Ve yazının sonunda senin bildiğin versiyonunu da sana elbette hatırlatacağım. Bu es vermenin ardından şimdi konumuza başka bir kavram ekleyelim: dilbilim.


Nereden nereye neden atladığımız düşüncesine sen kapılmadan önce aziz okuyucu hatırlamanda fayda var: ben anlattığım her şeyi bir araya getirip bir sonuca bağlayacak bir narsistim. Özetle dil bilim iletişimde dilin yaptırım gücünü inceleyen bilim dalıdır. Yukarıda tarihî bir olayı ele aldığımız ve bu konuyu da bir yerlere bağlayacağımız için ‘tarih’ kelimesinin kendisini incelemeye ne dersin? İlginçtir ‘tarih’ kelimesinin Türkçe bir karşılığı yok, tabi ben bunu söyleyene kadar senin de bu bilgiden haberin yoktu ama önemli değil dilbilimle alakalı bir şeyler öğretmiş oldum sana. Ya da sana şöyle söyleyeyim: Arapçadaki ilah kelimesinin Türkçedeki karşılığı Tengri- Tanrı’dır; Allah (El-İlah) kelimesinin karşılığı ise ‘Çalap’tır –dur tahmin edeyim bunu da bilmiyordun ama Yunus Emreler vs. Çalap kelimesini kullanagelmişken, sen bunu ‘yalap çalap iş yapmak’ deyimi içinde Allaha emanet iş yapmak olarak duymuş olabilirsin ama ne olduğunu şimdi öğrendin- buna karşılık ‘tarih’ kelimesinin Türkçe bir karşılığı yoktur. Sence de ilginç değil mi? Ama bana daha ilginç gelen bilgi şudur: tarih kelimesinin İngilizce karşılığı olan ‘history’ kelimesi. Bu kelimenin neden ilginç olduğunu ise dilbilimsel olarak izah edeyim: history kelimesinin teknik terminolojik felsefik vs. temelli yaklaşımsal anlamlarını bir tarafa bırakacak olursak anlamları ‘tale’ yani masal; ‘story’ yani hikaye’dir. Ancak daha da ilginç olan kısım kelimenin kökenidir: ‘his’ ve ‘story’ kelimelerden türetilmiş bir isimdir tam olarak Türkçe karşılığı ise ‘onun hikayesi’dir.

Evet aziz okuyucu, ben her ne kadar narsist kişilik bozukluğunu obsesyonla taçlandırmış ve bütün bu mental durumlarımı kendi lehime çevirmeyi siz sıradan insanlardan daha fazla başarmış olsam da, aradan geçen aylar dolayısıyla benim de kendi yazılarımı dönüp şöyle bir göz ucuyla okumam gerekiyor ki bunun anlamı senin de haydi haydi bu yazıları okuman gerektiği yanlış anlama seni tahkir etmiyorum sadece benim yirmi binde bir ihtimal bir aralıkta olduğumu ve buna rağmen tekrara ihtiyaç duyabileceğimi hatırlatıyorum. Bundan bir önceki yazı “coğrafyanın kaderi” idi ondan önceki “kumaşın kalitesi, kalitenin kumaşı” bir daha önceki “toplum algısı, algıların toplumu” ve en nihayetinde ilk göz ağrımsa “ne görüyorsunuz” başlıklı yazılardı. Şimdi bütün bunları bir araya getirmeye çalışalım ne dersin, küstahlığımın hakkını verebilecek miyim?

Sair zamanlardaki halim olsa sana tüm bu yazıları bir tek paragraf içerisinde, bildiğim tüm noktalama ve imla işaretlerini kullanmak suretiyle bir sayfa halinde yazabilirdim. Neden yazmadım biliyor musun aziz okuyucu, çünkü bu yazıları yazarken Word kullanıyorum ve cümle iki satır olunca satırın tamamını mavi ile işaretliyor ve bu benim sinirimi bozuyor. Ha bir de unutmadan, yorgunum aslında… neyse sadede geleyim:

Bizler Türkiye cumhuriyeti devleti vatandaşları olarak başkalarının oluşturduğu etkenlerden etkilenmeye, kendimizi ve tarihimizi onun hikayesi perspektifinden öğrendiğimiz için; kendi binlerce yıllık hikayemizi unutup kumaşımızdaki kaliteyi yitirmiş ve bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak suçu coğrafyaya atmış düşkünleriz…

Esen kal aziz okuyucu, görüşmek üzere…

Unutmadan, yukarıdaki savaş onların hikayesinde Pers Yunan savaşı; üyesi olduğum gizli kulüp Dövüş Kulübü; TD Reis ise şizofren Tyler Durden J