Bundan herhalde elli yıl sonra yemekler yerine geçen kapsül hap şeklinde yemekler ortaya çıkacak. Zamanla insanların yerini alan makineler gibi aşçıların yerini de hap üreticileri alacak. Ve yemeklere, tatlılara, cipslere ihtiyaç kalmayacak.


Bundan daha kötü ne olabilir? Benim sonumu bu getirir. Beş parasız kalırım, hüznüm ile bir avare olurum.


Boşuna okuyorum bu bölümü, boşuna uğraşıyorum bitkilerin özelliklerini, hayvanın bölümlerini, bağırsakları doldurmayı öğrenmek için. Bütün hayatımı baştan sona izlediğimde görüyorum ki on yaşında anneme kabartma tozunu uzatmam bile gereksizmiş. O yaşımda şöyle düşünmüştüm: nasıl kabartabilirdi ufacık toz yığını kocaman bir keki? Nasıl fokurdayabilirdi su, o kabarcıklar ve o ses neyin nesiydi? Biraz kekik, biraz karabiber nasıl lezzet verirdi yemeğe? Kabak ve patates lezzetli değildi, bamya ve pırasa sevilmezdi, ancak düzgünce pişirince hepsi her damak tadına hitap edebilirdi. İnsan buna nasıl hayran olmazdı?


Bunca yıllık birikimin ve söylenebilir ki bilgeliğin kapsüllere hapsedilmesi nankörlük değil miydi? Ya ben ne yapacaktım? Bölüm değiştiremezdim artık, üçüncü senem. Yeni bir iş kolu deneyemezdim çünkü bildiğim başka bir şey yoktu. İp elime sadece tavuğu dikerken geçerdi, tornavidayı abime uzatırdım, güzel toz alamazdım, ağırlık kaldıramazdım; belim ağrırdı. Öyleyse ne yapacaktım? Elli sene işimi yapıp sonra köşeme mi çekilecektim? İlk zamanlar insanlar geleneklerine bağlı olacaklardı, yemek yapmak devam edecekti ama ondan sonra? Yüz yıl sonra herkes unutacaktı. Herkes alışacaktı.


Bana da bazen yemek yapmak ve yemek yemek zaman kaybı gibi gelirdi fakat yapacak daha önemli bir işim olduğundan değildi. Uzanıp tembellik edemediğimden öyleydi. İlerde insanlar uzanıp tembellik etmeyecekler miydi, herkes çok mu önemli olacaktı, herkes çok mu meşgul olacaktı? Hayır, ağustos böcekleri ve tombul fareler her zaman yaşayacaktı.


Yemeklerin modası geçtiğinde yaşasaydım işsiz kalacaktım, kendimi verdiğim bu meslek omzumda bir yük olarak kalacaktı. Kapsülleri reddedip yemek yemeğe devam etsem dışlanır, ayıplanır ve kınanırdım. En sonunda yalnızlaşır, küçük evimde içime kapanırdım. Belki evlenirdim, eşim de mutsuz olurdu. Arkadaşlarım beni küçümser arkamdan alay ederdi. Ve hepsi şöyle söylerdi, vah vah, yapayalnız kaldı, eşi bile sevmiyor onu artık. Çocuklarım olsaydı büyümüş olurlardı ve bana yardım etmeye çalışırlardı. Yardıma muhtaç olmak çok küçük hissettirir insana, minnet insanı el pençe divan eder. Ne acıdır. Hayatta en korktuğum şey birine muhtaç kalmaktır.


Yapayalnız kalırım, karım beni terk eder, tatlı kapsülleri üreten birisiyle evlenir. Ben balkondaki saksılara domates, biber, salatalık ekerim. Yasadışı yollarla et, sebze, baharat, meyve, tahıl, nektar ve aroma ele geçirim. Çok gizli yemek sevdalıları kulübünü kurar, onlarla yemekler ve tatlılar yaparız. Hepimiz salı, cuma ve cumartesi günleri toplanır, yemek ve tatlı yapıp yeriz. Üyelerden birinin kocası karısının neler karıştırdığını öğrenmek için bir gün onu takip eder ve yakayı ele veririz. Yemek yapmak, yemek yemek, yasadışı yollarla et, sebze, meyve, baharat, tahıl, nektar ve aroma ele geçirme suçlarından hüküm giyeriz. Hapisten çıktığımızda bazılarımız kapsüllere boyun eğer bazılarımız kulübü yeniden bir araya getirmeye çalışırız. Kulüpte buluşmaya devam eder ve eski günleri özlemle anarız. Yine hapse girer, yine salınırız. Bu döngüden bir noktadan sonra bıkarlar ve deli ilan ediliriz. Kimse bizi umursamayınca ve bize karşı ilgilerini kaybettiklerinde kulübümüze devam ederiz. Yemeğimizi yer üstüne çayımızı içeriz. Ama sonuç olarak benim gerçekten bir işim olmaz, bir suça tutkun olurum.


Boşuna mı okuyorum bu bölümü ben?


Neyse, elli yıla kim öle kim kala? Hiçbir şey belli olmaz.