Zifiri karanlık gecede, ay ışığının aydınlattığı beyaz karlar delerken karanlığın makul bir kısmını, gelmekteydi dünyaya. Çok zor bir doğumun ertesi gününde kutlu bir adla onurlandırdılar olması gerektiğinden daha yapılı doğmuş bu bebeği.
İlk yürümeye başladığında, annesinin ikna etmesiyle, omuzlarına kumdan torbalar koydu babası Güçlü'nün.
Ayağa kalkması pek zor oldu. Diğer akranlarından daha geç yürüdü haliyle. Ama ismi gibi karşıladı omuzlarındaki ağırlıkları.
O büyüdükçe kum torbalarına kum eklendi. Zorlanmasına zorlanıyordu ama hep bir şaşırtıyordu onu görenleri. Neden ağırlıklarla sınandığını sorgulamaya başladığında; ergenliğine denk gelmişti, ceza olarak daha da ağırlaştı torbaları. Kaderine razı gelmekle ödüllendiriyordu kendisini. Kimse taşıyamazdı bütün gün bu kadar yükü. Öyleyse onun kadar güçlü kimseler olamazdı bu dünyada. Kim çıkartıp atmazdı ki torbaları omuzlarından. O çıkartmazdı. Demek ki onun kadar iradesi kuvvetli kimse yoktu civarda.
Daha fazlasına katlanabilmek için hamallığa girişti, eski taş handan bozma kasaba çarşısında. Esnaflardan bazıları acıyordu da deliyordu kum torbalarını çaktırmadan. Bazıları dalga geçmek için deliyor izliyordu, ne zaman farkedecek diye. Bahse tutuşup bekliyorlardı meraklı gözlerle onu süzerek.
Çok sinirleniyordu basıyordu küfürü, bağırıp çağırıyordu bütün esnafların suratlarına bakarak. En çok da iyilik olsun diye delenlere ağır küfürler savuruyordu. "İyilik istiyorsanız daha fazla para verin bana. Yükümü hafifletmek size mi kaldi benamuslar?" diyordu esnafların tezgahlarını dağıtırken bir yandan. Esnaflar çekinmeye başladı, Güçlü şiddetin dozunu gitgide arttırdıkça.
Kasabaya gelen bir aile, bu adamın varlığına öyle şaşırdılar ki görmeden inanmadılar duyduklarına.
Oturup çarşıda izlediler onu gün boyunca. Kasabalıların bir şakası zannettiler önceleri. Yeni gelen aileyle eğlenmek için uydurulan, otantik bir hikaye diye düşündüler.
Biri cesaret etti kumdan torbalardan birini delmeye. Sırf aileye ne kadar gerçek olduğunu göstermek için anlatılan hikayenin. Güçlü, tek eliyle fırlattı adamı 100 metre ileriye. Adam onu izleyen aileden daha çok şaşırmıştı, beklemediği bu uçuşa. Kalkamadı bir süre kıçının üstüne otuduğu beton zeminden.
Ailenin küçük çocuğu adamın torbalarından akan kumu toplamak için koşturdu korkusuz. Avuçlarına doldurduğu kadarını biraz dökerek de olsa götürdü Güçlü'ye.
"Al bunlar senin" dedi, gözleri çakmak çakmaktı. İyilikten başka bir amacı olmadığını belirten utangaç bakışlarını eğdi yere.
Güçlü, minik avuçlara uzun bir süre baktı. Tamamen hareketsiz kaldı bu süreçte.
Onu izleyen aileye kızgın bir bakış attı. Düşünceli bir durgunluk suratında, kafa salladıktan sonra koyuldu yoluna.
Bu aile bir doktora mektup yazdılar. Büyük şehirden tanıdıkları ünlü biriydi doktor.
Doktorun ilgisini çekti bu adam. Yanına kayıt tutacak malzemelerini aldı, birkaç günde vardı kasabaya.
Adamın torbalarına asıldı adamı ilk gördüğünde çarşıda. Yediği yumrukla birkaç dişini feda etti. Yine de pes etmedi. Kasabanın bütün delikanlılarına para verip, torbaları omzundan almaya ya da kumların hepsini dökmeye çabaladı.
Hiçbir uğraş kâr etmedi. Güçlü önüne geleni deviriyor, kalabalıkları, sinekleri savurur gibi dağıtıyordu.
Doktor şehirden çok güzel bir kadın getirdi. Şehrin en güzel tiyatro oyuncusunu bir haftalığına ilginç bir tiyatral gösteri için ikna etmişti.
Kızla Güçlü, bir haftanın son gününe kadar çok çabuk kaynaştılar. Güçlü'nün ağırlıklarını almak için omuzlarından, son gün gelip çattı.
Kasabanın merkezinde gece kimseler yoktu. Kız ellerini tutmaktayken Güçlü'nün, kafasını koydu kum torbalarına. İzin ver aramıza girmesin bu yüklerin dedi usulca. Elini torbalardan birine koyunca, Güçlü, korku dolu gözlerini dikti güzel kıza. İtekledi kızın ellerini. Ve kızın ellerini istemeden sıktı biraz, sertçe uzaklaştırırken omuzlarındaki yükten uzağa. Kız biraz acıdan olacak, ayağa fırladı, acıyan ellerini ovuşturarak.
Korkmuştu Güçlü'den ilk defa.
Yaptığına pişman olarak üzüntülü gözlerini devirdi Güçlü, kızın olmadığı noktaya. Kız Güçlü'nün çenesinden tutup çevirdi kafasını kendisine. "Ağırlıklarından kurtulmalısın. Bunlar sana yalnızken lazımdı, artık ben varım hayatında, ağırlıkların bana da yük oluyorlar sana baktıkça."
Güçlü, daha da üzgün bakmaya başladı, güzel gözlerini büyük bir beklentiyle gözlerine dikmiş kıza.
"Anlamalısın" dedi. "Bu ağırlıklar benim. Onları bırakırsam, ben kendim olamam bir daha. Kendimi bildim bileli varlardı omuzlarımda. İsmim bile yüktür aslında. Ama bu yük beni olduğum kişi yaptı."
Kız ağlayan gözlerini silerken "O zaman ben çıkıp giderim hayatından" dedi ona.
Arkasını dönüp yürümeye başlayan kıza seslendi Güçlü, omuzlarındaki torbaları belinden çıkarttığı bıçakla delik deşik etti, kızın arkasından.
Etrafta pusu kurmuş köylülerin içerisinde sevinçten bağıranlar, duygulandığından ağlayanlar, oyunun güzelliğinden kahkahalara boğulanlar açık ettiler kendilerini.
Ağırlıklarını yitirmiş olan Güçlü dengesini tümden yitirdi çöktü yere. Yürümeye devam eden kızın arkasından yürüyemedi uzun bu sürede. Her ayağa kalktığında düşüyordu yine yere.
Kasabalılar korktuklarından yanaşamadılar. Öylece bıraktılar onu kasabanın merkezinde.
Güçlü, asla yürüyemedi o günden sonra. Yükunü doldurmadı tekrar. Ya da doldurmak istemedi bir daha. Kasabalılar "Güçlü" yerine "Yüklü" ismini taktılar sonra. "Ne yükü varmış bu delinin?" diye soranlara; kimi kafasında bir dolu saman var dedi, kimi de hikayesini anlatıp, yüreğinde bir dolu dert var dedi o geceden sonra.