İlk bir şey olma maceram ablalıkla başladı dört yaşındayken. Ama o kadar yabancıydım ki duruma; saldırgan, kavgacı, kıskanç bir çocuğa dönüşüp tırnaklarımı sekiz yıl yememle sonuçlandı. İlk olamayışımdı. Arkadaş olma çabalarım da altı yaşındayken grubun en küçüğü olarak dışlanmamla sonuçlanmıştı. İnsani ilişkileri oldum olası başaramadım zaten.


Kendime oldurabileceklerim başlıklı uzun bir liste hazırlayıp en basitini seçmiştim: Başarılı olmak. Ders çalışmaya başlamamla artan özgüvenim gelen sınav sonuçlarımla daha da artıyordu. Ama o kadar yalnızdım ki oldurduğum şeyden utanç duymaya başlamıştım. Oldurmaya devam ettikçe çünkü daha da yalnızlaşıyordum. İnsanların sevmediği, katlanamadığı biri haline dönüşüyordum. Fen lisesini kazandığımda yanımda beni tebrik edecek bir tane bile arkadaşım yoktu kitaplarımı saymazsak… Liseye gittiğimde de bu böyle devam edecek sanmıştım bir süre. Sonra baktım ki başarı seviyesi eşitlenince kıskançlıklar, olduramamalar azalıyor. Güldüğüm, eğlendiğim, bir dakika bile ayrı vakit geçirmek istemediğim arkadaşlarım oldu, ta ki yeni bir sınav yılına kadar... Ne zaman yarışmaya başladık, ne zaman birbirimizden koptuk anlayamadığım bir sene geçirdim onlarla. Bu sırada aşık oldum, o zamanlar beni hayal kırıklığına uğratan en büyük olduramayışımdı. Tüm bunların arasında hep bir kimlik arayışındaydım ama hiçbir zaman da ben kimim, ben ne olmak istiyorum gibi sorular sormadım, doğrusu soramadım kendime. Ailemi gururlandıran evlat olma fikrine o kadar kapılmıştım ki kendimi, isteklerimi arkada flu görüyordum. Sekiz yıl geçti, mesleğime başlayalı iki yıl oldu. Ve her gece yatarken soruyorum kendime, sahi ben ne olmak istiyorum diye. Sürekli birilerinin bir şeyi olmaya çalışmış tüm insanların ortak paydasıdır hiçbir şey olamamak. Tüm olduramamaların arasında yaprak misali ordan oraya savrulmak, kök salamamak…


Yirmi yedi yaşında kendi yolculuğuma çıkarken o kadar korkuyorum ki başarılı evlat, fedakar aşık, iyi abla, belki cefakar anne rollerine kendimi kaptırmaktan. Hayatımın belki de kalan bir gününü daha kendim olmaktan uzak, yine birilerine uygun bir rol seçerek yaşamaktan, dahası bu rolü bir türlü olduramamaktan ölesiye korkuyorum. Ama iplerimin bir başkasının elinde olmasından da o kadar yoruldum ki uçmak istiyorum. Hem de yürümeden... Göğün maviliğinde sadece kendim olarak uçmak... Her şeyi geride bırakıp önce kim olduğumla ilgilenerek uçmak… Çok bir şey olmaya çalışmadan sadece bir ben olarak uçmak... Uçtuğum yerleri kimseye beğendirmeye çalışmadan uçmak... İplerin bir türlü elinde olmadığını hissedenlerle özgürleşip uçmak…