Kafamdakiyle aynı hayatı yaşamıyorum, yaşayamıyorum. Arzularımı ve isteklerimi buna göre şekillendiremiyor, aşık olamıyorum. Aşk aramıyorum, insanlara güvenmiyorum, farklı bedenlerin bilmecesini çözüyorum. Kendimi çoğu kez suçlu hissedip üstüne bir kahve içiyorum. "Hoşça kal," diyorum, "Hoş geldin," diyorum. Kapıları açıyor, kapıları aralıyor, kapıları kapatıyorum. Bir tenis topunu defalarca odamın duvarına atıyorum ve geri gelmesini bekliyorum. Geri geldikçe yeniden atıyorum. Bu kısır döngü bana tanıdık geldikçe inceden gülümsüyorum. Zaten şu sıralar ben hep inceden gülümsüyorum. Kimselere fark ettirmeden, hoşuma gitse de gitmese de incecik bir sızı gibi yüreğimden bir gülümseme bırakıyorum. Akşam saat 10'da kapanıyor caddemin ışıkları. Karanlıkla kalacağım zamanı artık biliyorum. İnsanları tanıyorum, insanlara duymak istediklerini söylüyorum. Ne kadar iyi olduklarını, ne kadar haklı olduklarını, ne kadar  

güçlü olduklarını. Oysaki yine aynı insanların bir fanusta, bir balık dahi yaşatamayacaklarını biliyorum. Ciddiye almıyorum ama bunu onlara hissettirmiyorum. Çünkü biliyorum ki insanlar, sizi her zaman aptal sanacaklar. Beni aptal sanmanıza izin veriyorum. Enseme vurduğunuzda lokmamı veriyorum; siz enayilik diyorsunuz, ben paylaşalım diyorum. Siz duygularınızla yüzleşmekten delicesine korkuyor ve sürekli kaçacak delik arıyorsunuz, ben size ellerimle yeni delikler açıyorum. Minnet duygunuzla nefretiniz arasındaki o köprüyü ben kuruyorum. Sizi dinlemeyi bıraktım, ağaçlarla konuşuyorum. Öyle bir çizgi üzerinde duruyorum ki gözüme önce çoraplarım çarpıyor. Tamam, biliyorum, ciddi bir müessese bu yaşamak, onu öğrendim geçen üç yüzyıl boyunca. Ama kimin umurunda ki! Çoraplarımda fil var! Çizginin canı cehenneme.