paris’te hazan vakti, önce gözlerinize uğrar. gökteki okyanus bekler durur incilerini dökmeyi. akşam. ellerim üşür, ankara’dan getirdiğim paltom yırtık, cebimde iki kuruş param kalmamış hâlde kapınıza giderim. dalgın, dargın, durgunum. kimseyim. darağacınız piyanonun başında, notalarında cinayetler işitirim, ben isimlerini hiç ezberleyemedim. benim için her şey sizden ibaret, cananım. coraline. coraline. iki dudağım arasında, parmaklarımdaki kelâmlarda yalnızca coraline… isminizi sayıklamaktan başka ne yaparım? soluklarım kesik, karşınızdayım, ayaz mumları titretir. duvarlardan destek lazım, gözlerimde bir karartı, coraline, dizlerimin bağını çözer.


acı kahve gözlerinizde her daim konaklayan, kan kusan bir uşak, gözleriniz beni bulmaz, göz kapaklarınız ölüme hasretle ağır. yirmi altı yaşındayım, incilerim pınarlarımda. görmezsiniz. coraline, cananım, ürkeksiniz. lakin benim en büyük korkum gözlerinizdi her daim. felaketim olurlar. sancılarınızı biriktirir, bin cihanın ağrısına gebe tebessümünüz yüreğimi kavurur. 

“gidiyorsunuz,” derim, bunu da derim ben. yutkunamam. “gidiyorsunuz, bendenizi kendinizden ilmek ilmek siliyorsunuz.” beni yetim bırakıyorsunuz. bihabersiniz. evrenin keşşafısınız ya bir tek beni bilmezsiniz. ipek mendilleri, parmakları kan, piyanonun başında ölümümü gözlerim. ellerimde kellesi koparılmış çiçeklere can vermek ister gibi bir işe yaramaz paltomu beyaz omuzlarınıza bırakırım, titrer durursunuz çürük bacaklı veletler misali. 

 

kapıda ayrılıklarınızın kokusu, ellerinizde yüreğim. ellerimden, ellerinizi çalarsınız. ağzımda filizlenen her kelime dilime yara olur. sükûnetim, ellerimi kanatır. talebeniz olacak kadar yüksek, size âşık olacak kadar hasta bir mahlukum. yarenim, nasıl da üşürüm karşınızda… göğüs kafesimdeki güveler boğar beni intihar yolunda.


“efendi,” dersiniz, çıplak söğüdün dallarına benzer parmaklarınız hâlâ ak tuşlardayken, boynu bükük çiçekler dudaklarınızda, bahar yollarından umutlarını kesmişler “korkum, gitmek değildir.” iç çekişlerime eşlik edecek ciğerlerim kalmamış; boğazım dolu dolu, yutkunamam.    

bebe cesetleri ile dolu gözleriniz, beni bulur nihayetinde, vahşetin sesi kesilir. mustarip omuzlarımı, bileklerimi, ellerimi görürsünüz “ben, ne yapmışım size öyle?” dudaklarınız, vatanım, dudaklarınız, ipek kirpikleriniz titrer. ölümüme geç, size hep yirmi altı yaşında delikanlı kalırım.


“gelin yamacıma,” dersiniz “gelin, güzel oğlum.” giderim, dizlerimin üzerine çökerim. kar taneleri misali, saçlarıma düşer parmaklarınız. nasıl da titrerim! dört bir yanım sıcacık kan, güz yağmurlarında ihtilâller, ayazlara mahkumiyetim.


soluklarım.


soluklarım.


“ağır değil mi bunca acı yüreğine?” savaşın uşağı beni, el memleketlere esir bırakırsınız, yarenim, bütün acılarım sizsiniz, diyemedim.


piyanonun başında inci sesiniz, tebessümünüzde cehennemi işitirim:

 

“şu dilhûn yüreğin yegâne zambağı sizdiniz, lakin görüyorsunuz ya korkum aşktır benim.” gidersiniz benden usulca, parmaklarım güz yaprakları misali kırık dökük kalır. paris’in katedrallerini yakıp dökersiniz, zambağınızı bir mezara dikersiniz. bir şafak vakti, öldürüverirsiniz.