çok ilginç hissetmiştim. çok ilginç hissetmek de ne demekse artık. sofradayız. vallahi ben de anlamıyorum diyordum kendi kendime. nasıl olur da sofrada olmak, karın doyurmak bir şekilde cebren bir hal alıyordu? bir şeyler söylemeye başlamıştı. bir cenazeden yeni dönmemiş gibi bi keyif zuhur etmişti kendisine. oruçluyken dedi. al işte başlıyoruz demiştik beş kişi. evet, saydım tam beş kişi ama sofrada sekiz kişiydik. belki dört kişi de demiş olabiliriz, her neyse... "oruçluyken mesela yediğiniz yemekte tuzun tam olması mesela yediğiniz yemeği daha keyifli kılıyor. tuttuğun orucu anlıyorsun tadı sana daha güzel geliyor. mesela bir salatada her malzemenin olması..."
ulan, diyorum içimden. çorbada her şey tamam. oruç tutmadım da bana mı güzel geldi, yoksa baba mı tuz eksikliği yaşıyor. anne de: çorbada tuz mu yok ki şeklinde kaşığını kaseye daldırıp soğutuyor. tadına bakıyor. "hımm, evet biraz tuzsuz olmuş." diyor. dur bari kalkayım da tuz getireyim diyorum içimden. getirdim. konuşmasına ara vermiş hissi oldu gidip gelince de he. ha-ha-ha.
"işte siz de oruçluyken bir de namazınızı kılarsanız böyle keyif alırsınız. hem de her şey tadında olur. yemek tam kıvamında olmuş gibi."
hassssiktir ya dedim. hassssiktir. kahkaha atmak için çıkış noktası aradım.ya o adam peki?! hiç istifini bozmadı be ben tuz getirip sofraya koyarken. hiç bozmadı be istifini anne çorbaya tuzsuz olmuş, evet derken. hayır ya hayır tuzu gayet yerindeydi. ben keyifle içtim hatta düşündüm abla öksürürken, "ya sanırım biraz pul biber fazla".