The Sunset Limited: İnanç-Düşünce Dikotomisi

Amerikalı yazar Cormac McCarthy'nin “The Sunset Limited” (dramatik formda yazılmış roman alt başlıklı) eseri, New York'ta Afro-Amerikan nüfusun yoğun olduğu bölgede bir apartman dairesinde geçer. Hikaye 'Siyah' ve 'Beyaz' adlı iki karakterin bir masa etrafındaki felsefi tartışmasına konu olur. Beyaz, inancını yitirmiş bir profesördür. Siyah ise adam öldürmekten hüküm giymiş eski bir mahkumdur. Cezasını çekmiştir ve hapis yattığı yıllarda, kanlı bıçaklı bir kavgadan sonra Tanrı ona 'fısıldamıştır'. O günden beri tanrının buyruğunu iletmekle görevli dindar bir Hristiyandır. Bu sahnenin öncesinde Beyaz, kendiniThe Sunset Limited adlı, Amerika'yı batıdan doğuya dolaşan bir trenin önüne atarak intihar etmek istemiş ancak muvaffak olamamış, Siyah onu son anda kurtararak evine getirmiştir. Bu andan itibaren Siyah ve Beyaz arasındainanç-düşünce, sorgulama-itaat, tanrının kabulü ve yadsınması gibi ikiliklerin konu olacağı hararetli bir tartışma gelişecektir.

Siyah, bir nevi kurtarıcıdır. Beyaz'ı intihar etmekten son anda kurtarmasının yanı sıra, yaşadığı gettoda uyuşturucu bağımlılarına ve alkoliklere, inandığı doğru yolu, tanrıya gidenyolu göstermeye çalışır. Sıradaki günahkar Beyazdır. İntihar etmekte son derece kararlı gözüken Beyaz'ı bu kararından vazgeçirmeye çabalar. Bu hayatın yaşamaya değer olduğunu, tanrıya inanarak hayatın anlamını bulacağını, etrafındaki insanları severek hayatını yaşamaya değer kılacağını anlatır. Beyaz ise bu fikirleri anlamsız ve saçma bulur. Zira onun inandığı şeyler çok farklıdır. Siyah'ın deyimiyle o bir “culture junky ”dir. Kitaplar, sanat, müzik gibi kültürel olgulara inanır. İçindeki manevi boşluğu bunlarla doldurmaya çalışan Beyaz, artık bunlara olan inancını da kaybetmiştir. Schopenhauer'in da dediği gibi ''Sanat asla hayattan kurtuluş yolu değildir, hayatta kalmak için bir tesellidir.'' Görünen o ki Beyaz bu teselliyi de kaybetmiştir.Bu hayatın daha fazla yaşamaya değer olmadığına kanaat getirmiştir. Hiçbir şeye inancı kalmamıştır. Etrafındaki insanlardan nefret eder, etrafındakiler de ondan. Nefretin sebebionlardan farklı düşünmesi, hayata karşı tutumu ve hayatı daha fazla anlamlı bulmamasıdır. Bunca yıllık düşünce hayatının ve okumuş olduğu onca kitabın, karşılaştığı onca fikrin ancak onun yaşamı son buluncaya kadar onunla beraber olacağı ve ondan sonrasının koca bir hiçlik olduğu fikri onu derinden sarsmış ve intihar fikrine yöneltmiştir. ''Gerçekliğin doğasına dair bir aydınlanma yaşamıştır." (McCarthy, 2006, syf. 51) Hakikati bulmuştur o!


İnanç-düşünce dikotomisi etrafında şekillenen bu tartışma, Beyaz'ın ''radikal” ve ''aykırı'' fikirleriyle devam eder. Babasını hasta olduğu halde ziyaret etmez, umurunda değildir. Camus'nun “yabancısıdır ” o. Öte yandan son derece nihilist ve pesimist gibi görünen dünya görüşünün aslında hayatın tam da özünde var olan bir durum olduğunu vurgular. ''Ben pesimistik bir halet-i ruhiye içinde olduğumu iddia etmiyorum. Aksine bu görüşün hayatın tam da özünde var olan bir şey olduğunu söylüyorum.'' (Mccarthy, 2006, syf. 57) Bir tür paradoks oluşturan bu düşünceleri, sıradan bir bilincin kötümser algılayacağı fikirlerle devam eder. ''Tüm neşelerin üstüne baltanın gölgesi düşüyor. Her yol ölümle bitiyor. Her dostluk ve aşk da öyle. İşkence, kayıp, ihanet, acı, elem, yaş, aşağılanma, korku, geçmek bilmeyen hastalıklar...'' (Mccarthy, 2006, syf. 58) Bunun ardından son derece sarsıcı ve başkaldıran fikirleriyle devam eder. ''İnsanlar dünyayı gerçek haliyle görebilse, hayatlarını gerçek haliyle görebilseler, hayalle ve yanılsamalar olmadan yani, bence mümkün olduğunca çabuk ölmemek için ortaya tek bir neden bile süremezlerdi. Ben tanrıya inanmıyorum anlıyor musun? Çevrene baksana yahu. Göremiyor musun? İşkence görenlerin yaygara ve gürültüsü onun kulaklarına bir müzik gibi geliyordur. Ve kardeşlik, adalet, sonsuz hayat mı? Hey ulu tanrım! Bana insanı hiçlik ve ölüme hazırlayan bir tek din göster. Bak o kilisenin cemaatine katılabilirim işte. Sizin ki insanı daha çok hayata hazırlıyor. Hayallere, yanılsamalara ve yalanlara.'' (McCarthy, 2006, syf. 57-58) İnandığı tek hakikatin ölüm olduğunu savunan Beyaz, hayatın da acı ve işkenceden başka bir şey olmadığını savunur. İnsanı dünya hayatına hazırlayan Hristiyanlığa, ama yalnızca Hristiyanlığa değil tüm vahiy dinlerine getirilmiş sert bir eleştiridir. Peki ama ölümden sonra koskoca bir hiçliğin onu beklediğine inanmasına rağmen neden bu yolu tercih eder? Neden bir insan, ileride onu neyin beklediğini bilmediği bir bilinmezliğe yürür? Bunu ölümden sonra sonsuz hayat vadeden dinlere karşı bir başkaldırı amacıyla yapar. Başkaldıran insan olarak, kendisine ait olan şeyi talep eder. Bu da nihai ölüm ve sonrasındaki hiçliktir.

Siyah'a gelecek olursak, ''kafamda orijinal bir düşünce yok, yalnızca ilahi inancın sesi var'' (McCarthy, 2006, syf. 9) diyen Güney Amerikalı (Louisiana) bir Afro - Amerikandır. Beyaz'ı intihar etmekten son anda kurtarmış olmasının yanı sıra, kaybettiği inancını da tekrar geri kazandırmayı amaçlayan bir salvatore, yani kurtarıcıdır. Nihai mutluluğun İncil’de yazılı olduğunu düşünüyordur. Ancak her ne kadar inançlı bir Hristiyan izlenimi verse de konuşmaları esnasında belirttiği üzere, kutsal kitapta yazılı bazı fikirlere katılmadığı görülüyor. Örneğin, Adem ve Havva'nın cennetten kovulması üzerine olan düşünceleri ile İncil’den ayrı düşer. Siyah'a göre insanlar başlangıçta iyidirler. Fakat başlarına gelen kötülüğün sebebi yine kendileridir. Thomas Hobbes'un da deyimiyle ''homo homini lupus'' yani, ''insan insanın kurdudur.''Bunun yanı sıra, İncil’in tamamının okunmasının gerekli olmadığını, orada yazılı olan hakikatin aynı zamanda insanın içinde de olduğunu iddia eder. Bir anlamda insanı temel alan hümanist bir görüşü vardır ki bu da alışılagelmiş olan düşünceden, kişinin kurtuluşa ermesi için kendini mutlak bir teslimiyete bırakması ve tanrının buyruklarına itaat etmesini gerektiren düşünceden tamamen farklıdır. Yazarın hem bu kadar inançlı bir karakter yaratması hem de dindar bir bilinçte görülmeyecek fikirlere sahip oluyor oluşu, kaçınılmaz olarak bir ikilik, paradoks oluşturuyor. Siyah yer yer Beyaz'a olan hayranlığını da dile getirmekten kaçınmaz. Kendisinin iyi eğitimli olmaması ve Beyaz'ın kullandığı sözcüklerin sofistike ve zaman zaman anlaşılmaz olması adeta onu büyüler. Beyaz'ın intihar etme nedenlerini daha 'akılcı' bulur çünkü diğer insanlar yalnızca yaşadıkları hayatı sevmediklerinden intihar ederler. Oysa Siyah'a göre, Beyaz'ın gerekçeleri daha zekicedir. Sonuç olarak, burada toplumda bulundukları konumları itibariyle sınıf farkının bariz olarak yarattığı, Beyaz'ın Siyah'a olan üstünlüğü göze çarpıyor.


Hikayenin çözülme noktası Beyaz'ın kapıya doğru giderek evden ayrılmaya niyetlenmesiyle başlar. Beyaz kapıdan çıkmaya her yeltendiğinde Siyah adeta ona yalvararak biraz daha kalmasını söyler. Eğer ayrılırsa ne olacağını biliyordur çünkü. Son bir çabayla Beyaz'ı kararından döndürmeye çalışır. O trenin önüne atlamayarak, sadece perondaki insanlara tebessüm ederek, merhaba diyerek veya birine bir bilet hediye ederek, yani önemsiz gibi görünen ama değerli, küçük şeylerde yaşamın anlamı bulunabilir diyerek, umutsuzca onu ikna etmeye çalışır. Ancak Beyaz çetin cevizdir, ''vazgeçmeyeceği tek şey vazgeçmemektir.'' Son bir bağışlanma dileyecektir ancak bunu talep edebileceği kimse yoktur. Nihayetinde tanrıyı öldürmüştür o! Kapıyı açar ve gider.Dışarıda yalnızca hiçliğin umudu vardır ve o umuda tutunacaktır.