Bir slogandı. Bakıldığında hiçbir ize rastlanamazdı. Turuncu, sert bir mukavvanın üzerine yazılıp duvara akıllı vidalarca montelenmişti. Kime ve ne için çağrıda bulunduğuna akıl ermiyordu. Bundan ki sahipsizdi. Mesela az evvel köşeyi dönmüş, üzerine kot ceket ve altına da kırmızı abiyesini giyinmiş kadın, topuklu ayakkabılarının sesleri ile yürüyordu. Ellerini koltuk altlarına yerleştirmişti. Üşüdüğü anlaşılıyor. Bu tabela, araba seslerinin ve sokak satıcılarının gürültülerini birdenbire önemsiz bir hale getirdi. Belki ihtiyaçlarını kimseye bağlı kalmaksızın gidermenin yollarını derinlemesine düşünüyordu. Ne de olsa bu akıl her bir insanda vardı. Yine de bir satranç müsabakasında olabilecek her taş hareketini anda tutmak kolay iş değildir. İşte zihinde bizi böylesi bir saplantılar ağına beklemediğimiz zamanlarda düşürüverirdi. Kadına bakıyordum. O da tabelaya gözlerini kusursuzca dikiyordu. Acaba ne gördü de bu yazını seyrediyor diye sormadan edemiyordum. Alt tarafı "Çözüm sizde!" diye zırva bir laf ediliyordu. Bundan bir insanın beklentisi ne olabilirdi ki?
Sonra yürüdü. İnsan dokusuna karşı durabilecek ne varsa işte orada belgesiz hali ile sürünüyordu. Ben de neyi gördüğünü merak edercesine peşine takıldım. Rugan pabuçlarım, yağ damlamış pantolonum ve başkasının bilmediği şekilde ters giydiğim kokulu çoraplarımla hareket halindeydim. Bilinenin aksi istikametine doğru ilerliyordum. Varmam gereken bir oluşum, halen oldukları yerde duruyordu. Bitirmekle yükümlü kılındığım bir projem vardı ve gecenin bu saatlerinde sokak hayli karanlık, tenhaydı. Binaların duvarlarında anlatı olarak sunulmuş yazımlar ve görüntüler bulunuyordu. Kadın tıkır tıkır adımlar atadursun ben de etrafa gözlerimi dikiyor, bu sokağı niçin böyle şekillendirdiklerine anlam getirmeye çalışıyordum. İnsan zevkleri her yerde engellenemez enerjisi ile yayılıyordu. Beriki dönemlerde bulunamaz bir alışkanlık olmalıydı. Öyle çok eğitilmelerden geçmiştik ki kural dışılığın tanımını dahi kendimize yapamaz bir noktaya gelmiştik. İşte binalar ve önlerinden geçen bu iki kişi… Bu binalar birtakım isteklerin bir araya gelişleri sonucu dikilmişlerdi. Tüm istekleri anlamak zor değildi. Çoğuna sıva ardındansa boya sürülmüştü. Fakat işte, kendi kural ve ölçülerine rağmen birisi gelip eksik bir şeyin varlığı tanısına itimat ederek sprey boya ile şekiller çizmişti. Kadın bundan hebersiz değildi. Görüyordu ve abiyesinin etek kısımlarını tek elliyle düzeltiyordu. Bir kadını takip eden bir erkek rolündeydim. Oysa bu sokaktan yalnızca geçip gidecektim. Tabeladaki yazıyı ben de görmüş, üzerinde birkaç saniye durmuştum, hatta denebilir ki bilinç dışımda farklı çağrışımlara ve izleklerin o bertaraf edilemez engin kapılarına dahi çakılmıştı. Fakat kadın kadar durmadım üzerinde. Böylesine seçkilik ile etraftaki yayım araçlarından bir şeyler umarcasına, üzerine uzun uzun bakarak ve iç geçirerek kendimi kaptırmamıştım. Bitmemiş projelerim vardı. Binaların yapı malzemelerinin güçlendirilmesi üzerine ayarlamalarda bulunacak, tanımadığım ve bilmek isterseniz hiç umursamadığım adamlarla görüşmek zorunda kalacaktım. “Biraz sonra iyi pazarlıklarda bulunmam gerek, yoksa patron benden memnun kalmayacak. O hinoğluhin Nuri'ye bu projeyi verirse bir daha düzgün bir iş verilmez bana. Bu ayak işlerinden bir türlü uzaklaşamam sonra. O Nuri de ne yağcı. Tam suratına tekme atmalık, uzun süreli kaypak.” diye içimden geçiriyordum. Sonra kafamın karışmaması için sözcükleri yeniden aklımdan geçirdim. Nuri'nin yok edilmesi üzerine dikkatlice oyunumu kurmam gerektini anlayıveriyordum. Ne ki bu kadın, tüm hesaplama isteğimi benden bir anlık duruşu ile çalıverdi. Normal şartlar altında altın asla bir kiremete veya caco3'e dönüşemezdi. Normal şartlar altında kalbim gümbürdemekten başka bir vazifeyi odacıklarına yerleştiremezdi. Ancak şimdi nasıl oldu da bir takip işine kendimi kaptırdım? Anlamaya çalışıyordum.
Tüm bu zırvalıklar kafamdan geçerken kadın siyaha boyanmış eski bir binanın önünde durdu. Sıvada çatlaklar vardı ve sanırım muhtelif depremler sonrası kolon ve kirişlerinde kırılmalar hasıl olmuştu. Ben "Yürüyüp geç işte buraya kadardı. Kadın şimdi evine girecek ve orada kim bilir ne türlü oyunlarla akşamını geçirecek. İnsan hayatı hep böyleydi. Çalışırdın ve evine dönerdin. Birkaç iyi uğraşın vardıysa ne ala. Pek iyi zamanlarla gülümseyen suratı başka yerlerde de gezdirebilirdin. Ancak benim gibi başa bela olmuş bir Nuri varsa, tüm akşam zehir zıkkımdan öteye geçemezdi. Nuri acaba şu an ne yapıyor? Patrona övgü dolu mesajlar atıyor mu? Ona vaatlerde bulunuyor mu? Termal locadaki masaj salonunu övüyordu. Ya oraya götürdüyse patronu? Orada hakkımdaki kötü duyumları ilan ederse patron kulağına? Nuri sen alçak bir herifsin! Bunu henüz yapmadın belki ama planın bu mu?" diye ilerliyordum. Birden omzuma bir el dokunup beni kapı eşiğine doğru çekti. Elimde mavi dosyalar ve birkaç başka önemli evraklar vardı ve yitirdim onları. Kesilmiş taşlarla örülmüş kaldırıma düştüler. "Eyvah, çoraplarımın kokusu şimdi bilinecek!" diye telaşlanmıştım. Ne ki dosyalar daha önemliydi, inşaat malzemelerini zapt etmiş adamlarla görüşmelerim vardı. Fakat gerisin geriye de çekiliyordum. Kadın, falçatayı avcunun içerisinden meydana çıkartıp yanağıma pek acemice dayadı.
—Nedir ulan derdin?
—Pardon, siz ne yapıyorsunuz, nedir bu falçata? Sakin olun.
—Demindir görüyorum, sırtımdan beni izliyorsun?
—Öyle mi? Şey, ben dikkatsiz birisiyimdir. Bakın boyum 1.77 cm. Cm'yi özellikle bildiriyorum.
—Ee bana ne bundan? Cm ise cm. Sen neden ensemdesin onu öt. Haydi!
—Hayır, ne ensesi. Çözüm siz misiniz?
—Haa, şu tabela sen mi çaktın onu oraya?
—Haa ya, şey, evet, akıllı vidalarım vardı ve bir de o boş levha. Ben de böyle bir şey çaktım. Nasıldı dün gece?
—Ne diyorsun sen? Keserim şimdi yanağını? Dün geceyi nereden biliyorsun?
—Bilmiyorum ben, birden ağzımdan kaçtı. Paniksiz bir hayat mümkün. Bakın şu falçatayı ilkin suratımdan çekseniz? İnanın bana kötü bir tutumum yoktu. Sonra şu evrak ile dosyaları toparlasam da buradan tüysem nasıl olur?
—Çok konuştun. Lakin lafların beni yumuşatacağına iyice gerdi. Ne var o dosyalarda?
—Sizi ilgilendirdiğini zannetmiyorum. Nereli olduğunuzu söylerseniz belki kahve ısmarlayabilirim.
—Ne diye seninle kahve içecekmişim ben?
—Ha şey çünkü iyi bir kahve nerede ısmarlanır biliyorum.
—Sen beni mi beğendin?
—Falçata olmadan yüzünüze bakabilseydim cevap verebilirdim.
—Ah, tamam. İşte. Daima kendimi korumak için böylesi aletleri yanımda gezdiririm. Anlat bakalım neremi sevdin?
—Peki, güzelce. Müsaade varsa şu yerdekileri toparlamam gerek. Oldukça mühim. En çok ellerinizi. Yumuşaktılar az önce yanağım öyle hissetti.
—Toparla tabii. Ne bunlar? Hahhah. Bir kurgunun cadıları mı?
—Olur şey değil. İşte hepsini aldım. Bunlar birilerine gösterebilmek için hazırlanmış raporlar.
—Gözlerin çok kızarmış. Hasta değilsin umarım. Kim için tuttuyorsun bu raporları?
—Bunlar, geçimimi sağlayabilmek için yardımcı araçlar. Gözlerim hep kızarıktır. Heh, daima çalışıyorum da.
—Öyle ya, çalışıyorsun. Demek ellerim ha? Böylesi zor mu bulunur?
—Aramam ki işte pesbembe ne iyi. Uzunca süredir rüyalarıma girerdi. Bazen küçük bazense dev bir falçatalı, tırnaklı el!
—Ahahha, ne gülünçsün. Seni sordurmadığım iyi olmuş. Yoksa bu kadar eğlenemezdim.
—Sordurtmak mı? Ne oluyor ki bu, herhalde gizli servisten ajan değilsindir.
-Doğru, değilim ama çoğu yerde tanıdığım vardır. İlkin seni onlardan birisi sandım. Gel gidelim buradan.
—Şey, kimlerden? Benim acilen buradan gitmem gerekir zaten.
—Ha o yüzden iki adım daha ötedesin? Hani kahve ısmarlamanın en iyi yolunu biliyordun?
—Öyle evet, bir falçata suratınızı kesmek üzereyken sizde bunu gönül rahatlığı ile bilebilirsiniz.
—Kahve falan yoktu yani?
—Yani. Benim gitmem gerek. Bu bir film sahnesi değil heralde. Anca yarın sabah evin müsaitse...
—Ne? Hayır. Ben arkadaşlarımla kalıyorum.
—Teşekkür ederim, bu bilgi beni epey rahatlattı. Demek sevenlerin var ve cadı da değilsin.
—Hahha, öyle bir ihtimal mi vardı? Tırnaklarım biraz uzun sadece. Kutlamalardaki gösteri için. Dün yıl sonuydu unuttun mu?
—Unutmuşum. Nuri dediğimiz ama bana göre hinoğlu ile uğraşırım da aklıma yıl sonu olduğu gelmedi. Ah Nuri!
—Nuri mi o kim? Ayrıca her yerde kırmızı ışıklı şapkalar var nasıl gözün görmez?
—Sen böyle üşümüyor musun? En son ne içtin?
—Aa hayır. Böyle de güçlü olduğumu gösterebiliyorum. Dünyayı içtim.
—Katılıyorum. Güçlü olduğunu duyurmadan geçirilecek bir gün insan için ölü bir gündür. Ama gitmeliyim ne ki kopamıyorum. Birçok şey anlatasım var sana ve birçok şey anlatılırken de kaçmalıyım. O falçatayı nasıl unutabilirim ki.
—Adın neydi senin? Bana aşık olmadıysan bunu bilmek isterim.
—Bu bilgi ile hayatınız şekillenmez ve beni de huzursuz eder. Neyse, gidiyorum.
—Sana numaramı vereyim ister misin?
—Bu çok yararıma olurdu ancak Nuri için kaybedilecek bir an bile yok. Hem işime boyum kadar battım.
—Öyle olsun. Bir daha kimseye takip etme, bu kadarla kalmayabilir.
—Çok doğru bir öneri. Umarım bilinç dışıma bu sesleme ile yerleşir. Ben ne yaptığımın farkında değildim. Selametle.
—Güle güle.
"Ne yaşadım ben? Ne yaşadım?" diye koşar adımlarla geldiğim yere doğru gidiyordum. O tabelenin ilerisinden caddeye açılan dar sokağa gidecektim. Adamlar da beni epey beklemişlerdir. Bunlar hep Nuri'nin başından çıkma şeyler olmalı. Daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştım. Hiç, bir kadını takip etmemiştim. Yolu bulmam gerekiyor. Sanki bir çeşit büyü beni peşinde sürükledi, bu can sıkıcı hayattan söküp çekmek istedi. Ancak engel oldum. Şayet disiplin bir çalışan olmasaydım nerelere varacaktım belirsiz. Patrona bu halimi anlatsam beni takdir eder miydi acaba? Yürüyorum. İyi ki kokuşmuş çoraplarımın varlığını benden başka kimse bilmiyor. Cadı mıydı neydi? Ahh... Kafamın içi allak bullak oldu. Falçata ha? Maket gibi doğrayabilirdi beni. Daha önce hiç rastlamamıştım böylesine. Nereye gitsem anılarım beni tüm kuvvetleri ile sıkıştırmaya kalkar. İşte "Çözüm Sizde!" tabelası. İleriden sola, dar sokağa doğru dönersem caddeye çıkacağım.