Çağdaş dansın önde gelen kurumlarından NDT (Nederlands Dans Theater / Hollanda Dans Tiyatrosu), daha geleneksel işler üreten Hollanda Ulusal Balesi’nden ayrılan dansçıların kendilerine daha deneysel bir üretim alanı yaratmak üzere kurdukları bir dans topluluğudur. İncelediğimiz işin koreografı iş hakkında verdiği bir röportajda şöyle diyor: 

Ölçülemeyen ve anlaşılamayan şeylerden ilham alıyorum. Beni ilgilendiren insan zihni ve birbirimize nasıl bağlı olduğumuz.

The Statement'ın Türkçe karşılığı için en uygun ifadenin ''Beyan'' olduğunu düşünüyorum. Dans tiyatrosu olarak tanımlayabileceğimiz bu işte tüm oyuncular her repliklerinde bir deklarasyon içinde. Oyuncular, kayıttan gelen repliklerine bedensel devinimleriyle eşlik ediyorlar; diyaloglar böyle oluşuyor. Konusuna ve etkileyici unsurlarına değinecek olursak:

Bir resmi daire ya da şirket binasının bir odasında sıradan olmayan takım elbiseli dört yetkiliyi görüyoruz. Karakterlerden ikisi, kontrolden çıkan bir çatışmanın suçunun üzerine kalacağı bir departmandan geliyor: Diğer ikisi çok önemli bir açıklama almak için orada. Kısaca tanımlayacak olursak, ''Kurumsal Korku'' diyebiliriz. ''Bunu durdurmalıydık.'' repliği oyun içinde adeta koroya dönüşüyor.

 Oyunu izlerken, kurulan dünya ve oyun gerçeklerine hiç yabancılık çekmedim. Gerçekliği ve kendi içinde tutarlılığı açısından büyüleyici bir eser. Kontrol, ahlaki çatışmalar, sorumluluk, kaçamama ve korku; The Statement'ı izleyiciye büyüleyici bir gerçekçilik içinde sunan sürükleyici bir parça haline getiriyor. İşi detaylı olarak incelemeden önce belirtmeliyim ki, bedensel aksiyona eşlik eden dil unsuru oyuna bambaşka bir katman katıyor. Bedensel ve sözsel ifade harmanlanıyor. Dans tiyatrosu da böyle oluşuyor. (Buna yazının sonunda detaylıca değineceğim.) Oyunun en çarpıcı yönlerinden biri ise uzay ve mekan kullanımıydı. Sahnenin göbeğinde duran masanın işlevselliğiyle oynayan oyuncular adeta sahne üzerinde bir dev bir cüce oluverdiler.

Kelimeler ve hareket arasındaki bağ nedir? Birbirlerini bütünlüyorlar mı? Herhangi biri bize diğerinin veremediği ne verebilir? Bu oyun bana bu soruları sordurttu, hadi cevap arayalım. Oyunun işitsel boyutu ile görsel boyutu arasındaki bağ şu şekilde işliyor: Kayıttan gelen replikler, eş zamanlı olarak oyuncu tarafından ifade ediliyor. Sanki repliğin, durumun oyuncu kişisinde uyandırdığı tepkinin bedensel devinimini izliyoruz. İşitsel boyut net ve neredeyse tek düze seslendiriliyor. Bu seyirciye düz anlamı veriyor. Görsel kısımda ise karakterin öznel bedensel ifadesiyle birleşiyor. İfadeye müzik unsuru yardım ediyor. Bu kısım seyirci zihninde, repliğin beden formuna dönüşmesi olarak canlanıyor ve anlam dağarcığı genişliyor. Yan anlamlar ortaya çıkıyor.

Hiçbir gösterge düz anlam düzeyinden öteye gitmemezlik edemez, “ne ise o” olarak kalamaz. (S.F. Performansfikri.com)

Bu aynı zamanda görüntüsel gösterge (Icon) tanımı içine giriyor. Bu konuda Semih Fırıncıoğlu'nun performans fikri sitesinde verdiği örneği alıntılamak istiyorum. ''...adam “uykum var” derken gözlerini kapatıp başını yana eğiyor. O anda uykuya mı dalıyor? Hayır. Ama yaptığı hareketle (gösteren) karşısındakine uyuma eylemini doğrudan göstermiş oluyor...'' Üzerine konuştuğumuz işte de bu durum mevcut. Oyuncular bedenleriyle replikleri gösteriyor. İşle bağlantılı bir diğer gösterge biçimi de sembol. Gösterenle gösterilen arasında öğrenilen bir bağ olduğunu söyleyen bu gösterge, oyunda oyuncuların ifade biçimleriyle var oluyor. Oyunun 10.47 - 11.00 arasındaki on üç saniyelik kısmının buna en güzel örnek olacağı düşüncesindeyim.

Adam ellerini ve kafasını masaya koyar; ardından kafası, dirsekleri masadadır, elleri ensesinde birleşir.

Bu ifade dil, kültür, coğrafya gibi birçok etmenin birleşimi sonucu ortaya çıkar. Şüphesiz ki; aynı iş bambaşka bir ortamda yapılsa ortaya bambaşka bir sonuç çıkar. Bunda insanların öğrenmişlikleri etkilidir. Mesela, gözlem deneyimlerinizi hatırlayın ve gözünüzün önüne üzüntüsünü bedeniyle ifade eden bir İngiliz ve bir Türk getirin. Daha spesifik bir örnek verelim: Aklınıza eşini kaybetmiş yaşlı bir İngiliz kadınıyla, aynı yaşta aynı durumda bir Türk kadını getirin. Benim aklıma gelen: Bileğinin tersini alnına dayamış, ağlayan bir İngiliz kadını ve elleriyle dizlerine, göğsüne vuran bir Türk kadını. İkisi birbirini görse şüphesiz ki birbirlerinin tepkilerini sıra dışı bulurlar. Bu insanlar performansçı olsalar ve üzerine konuştuğumuz oyuna, aynı karakter için seçmeye gitseler bambaşka performanslar sergilerler ve diğerinin performansını kendine kıyasla daha kötü bulurlar. Çünkü sahip oldukları dil, ifade gücü, yetiştiği kültür, büyüdüğü coğrafya dışarıdan bir fiziki ifade türünü algılayabilecek öğrenmişliğe sahip olmayabilir. Sahip olsa da kendininki daha yakın ve hoş gelecektir.

Beden hareketlerini tanımlayacak olursak: Hareketler izlenmek maksadıyla, sözle iniltili olarak tasarlanmıştır. Bedenin, repliklere eşlik ettiği, eşlik etmekle kalmayıp beyan ettiği hatta repliklere vücut verdiğini de söyleyebiliriz ancak atlamamamız gereken bir nokta var. Oyunun bedensel aksiyonu bundan ibaret değil, zaman zaman replikleri ifade ederken özellikle diyalog bulunmayan kısımların tamamında ve işe genel olarak baktığımızda bir metafor kullanma durumu da söz konusu. Yani anlamı betimleyen hareketler zaman zaman ikonik zaman zaman metaforiktir.

Yazının başında işi dans tiyatrosu olarak tanımlamıştık, Peki nedir bu dans tiyatrosu? Net bir tanım yapmak, dans tiyatrosu budur demek bence oldukça zor. Fakat tiyatronun ve dansın tanımından yola çıkabiliriz.

Tiyatro: İnsanı insana insanla insanca anlatma sanatı.

Dans: Ruhsal devinimin bedensel devinime dönüşmesi.

Dans tiyatrosu: insanın insana insanca, iç devinimini eyleme taşıması.

Başarısız bir tanım denemesi olduğunu düşünüyorum. Günümüzde bir dansçı replik kullanınca ya da bir oyuncu bedensel aksiyonla, replik kullanmadan oynadığında hemen dans tiyatrosu deniliyor. Yanlış da değil. Fakat dünyada yavaş yavaş, yeni ve bambaşka bir tür olan dans tiyatrosu; bazı kesimlerde ise hala bir sentez ürünü olarak görülüyor. Benim düşünceme göre yirmi yılı bulmadan dünyanın önde gelen sanat okullarında ''Dans Tiyatrosu'' bölümü açılacaktır. Bu, sanatın dinamizminin ve sanat sanat doğurur mottosunun bir gerekliliğidir. İzlediğimiz işte Laban'ın getirdiği ''Dans gösterisinde dansçı mimiklerini kullanmamalı.'' kuralının yıkıldığını görüyoruz. Özellikle final sahnesinde performansçı bedeninin her santimiyle seyirciye repliklerin desteğiyle birlikte karakterinin bulunduğu halet-i ruhiyeyi tasvir ediyordu.

 Uzun lafın kısası, üzerine konuştuğumuz oyunun bir danslı tiyatro ya da tiyatrolu dans değil bir dans tiyatrosu performansı olduğunu hatırlatmak isterim. Çünkü bedensel ve sözlü anlatımın bu oranda harmanı iki kavramın da dışında farklı lezzette bir gösteri sunuyor. Tıpkı hidrojenle oksijenin suyu oluşturması gibi.