Ben daha doğmadan önce doğmuşum, var olmadan önce var olmuşum. Dedem böyle masallar anlatırdı bana ben küçükken, ben bir varmışım bir yokmuşum ama hep yoktan varmışım. Yok da yokmuş aslında çünkü ben varmışım hep, bu yüzden yok zaten yokmuş. İnsanmış hep var olan, varlığıyla övünen, doğmadan öncesini unutan, doğunca ağlayan, ağlaya ağlaya adım atıp dizlerine düşen, düşünce gülümsemeye çalışan ama yine de ağlayan. Bütün bunları ben yaşamışım küçükken, çürümeye başlamadan hemen önceleri. Çürümek demişken, beş yaşından sonra çürümeye başlayan yine bendim, bundan anneme bahsetsem anlıyormuş gibi yapıp kafasıyla onaylar gibi yapardı, babam da keza öyle yapardı ama babam hayatı boyunca fiziki acıdan başka acı bilmemiş bir adam, hayatı boyunca hep çalışmış didinmiş; kollarında, vücudunda, kafasında hep yara izleri. Babama ruhani bir acıdan bahsetsem, "çalışmadığından" der, az da olsa haklılık payı var, "insan yorulmalı" derdi, "yorulmazsa hiç bir şeyin kıymetini bilemez, yorulmadan yol alınmaz." derdi babam hep... Abime bahsetsem bunlardan; "çok konuşma da onu yap bunu yap, bunu oraya götür, bunu bana getir" derdi. Ablama bahsetsem anlam veremez dediklerime, "ablacım sana ne oldu, kim kırdı seni" der, çünkü kırılgandır bütün ablalar. Öyle bir şey işte insanın beş yaşından sonra çürümeye başlayışı, kimseye derdinden bahsedemezsin, zaten bahsetsen kimse derdinden anlamaz. Bunları anladığım gün öğrendim, hayatta tek bir gerçek yokmuş. Her insanın kendi gerçeği, her gerçeğin kendi doğrusu varmış. Dedem hayatta olsaydı ona şu soruyu sormak isterdim: dede ben daha doğmadan önce doğmuşum da, neden ölüyorum... ölmeden önce neden ölüyorum dede?