Orada yıldırım düşse benim eteklerim aydınlanır. Burada yıldırım düşse onun etekleri.

İnsan insana kavuşur da dağ dağa kavuşamazmış. O akdenizin bir ucunda, batıda, ben diğer ucunda, güneşin önce vurduğu, güneşin önce battığı yerdeyim.


O, aydınlık masalların evi, ben kurtların, çakalların ve haramilerin eviyim. Yüküm çok, yollarım bozuk, üstümde açan çiçekler ve onun üstünde açan çiçekler birbirine yabancı. Kuşlar bana ondan haber getirir ve ben her haberde özleme kıskıvrak yakalanırım. Kuşları beklerim, bazen yılanları, bazen insanları. Ondan bir yadigar, belki onun toprağı benim toprağıma karışır da aynı yere gömüldüğümüze inanırım.


Bir zamanlar bütünen yalnızdım, ruhen, aklen, madden va kalben. İnkar ettim, benden daha güçlü, benden daha yıkılmaz ve benden daha muhteşem her şeyi. Çakallar, ayılar, parslar, bin yıllık zeytin ağaçları, defneler, göller, nehirler, mağaralar, bende yaşam bulduğunu sandığım her şeyi, aşağıdakileri ve göklerdekileri yenebileceğime emindim. Bükemeyeceğim bilek ve elimi öpmeyecek yoktu.


Ama her şey alaşağı oldu, çok önceden, kırılmadan ve kopmadan önceyi hatırlattı bana binlerce yıllık zeytin ağacı. Daha çocuktuk, daha ne olduğumuzun zehrini tatmamıştık, nehirler daha ince akıyordu ama daha saftık. Ve orada birbirini bilen iki dağın birbirini nasıl unuttuğunu ve ayrı ayrı aynı zehri, nasıl oldukları zehrini içtiklerini fark ettim. İçimde bir öfke belirdi, hangimiz ilk unutmuştuk ve hangimiz ilk bırakıp gitmiştik? Bir önemi olmadığını biliyordum ancak ilk kez yalnız olmamın bana ulaşılmazlık ve ulaşılmazlık verdiğinin ayırdına varmıştım. Ulaşılmazlık ki dokunulmayacak, toz konmayacak bir koruma, ayrıcalık ve ulaşılmazlık ki asla tanınamamazlık, asla anlaşılamamazlık.


O binlerce, binlerce yıl öncenin özlemiyle ona ulaşmak istedim. Daha saf, daha kalabalık ve daha inançlı zamanlara. Adem'den öncesine, Tanrı'nın gözdesi olduğumuz zamanlara. Yaratılanların en şereflisine ben de ihanet ettim. Ve kuşlar bana ondan haber getirene dek bir hıyanetin içindeydim. Bana bir şey söyledi. Bana zamanın varlığının bizi nasıl şaşırttığını ve nasıl da yalanlarına kandığımızı, zamanımızı yaşıyoruz, diye fısıldadı bana ve unufak olunca, sonumuz gelince birbirimize karışacağımızı.


Oydu.

Benim inkar ettiğim her şeydi, inkar ettiğim dindi, inkar ettiğim parçalarımdı. Beni unufak etti.


Her şeyi kabul ettim.

Ve bu yüzden, onun da peşinden gittiklerinin peşinden gittiğimden, biz sittin sene birbirimize kavuşamayacaktık.