Nasıldı o aşk dedikleri...
Bir yandan titrer dudaklar ve ten... Aslında biraz yas gibi,
Şimdi gözlerden inen sel...
Fırtınanın ani sessizliğinde kaybolmuş zifiri yürekler...
Ağlasam doya doya kim duyar?
Hangi kulak işitir bu uğultuyu?
Hissedilir mi bu bekleyiş?
Birbirine karışmış tüm yürek atışları...
Bilebilsen, keşke sende bilebilsen, senden daha ötesini...
Benim içimde ne ben'ler var aslında benden çok uzak, azade...
Rıhtım gibi sessiz şimdi gövdem ve üzerimde oynaşıyor dalgalar, dalgalar derin, dalgalar ıssız Ve dünyanın en karanlık yeri benim inim, mahremim...
En ilkel en vahşi çığlık gibi sesim...
Duysan anlarsın belki ama dinlemekten bile çok uzaksın.
İnsanlığın uyuduğu yerde durdum ve dona kaldım!
Belki de yıllarca bekleyecek bu gemi bu limanda...
Öyle bir demir atmış ki pas tutmuş, tutmaya çalıştığı her şey birer birer erimiş...
Yok olmak gibi...
Hiç olmak gibi ama varlığın en gerçek noktası bu bitiş...
Bir bebek doğuyor nasıl masum nasıl temiz...
Ama zaman onu da insan yapıyor olabildiğince, işte giz.
Dalgalar gibi gel git içimde hiç bir şey sormayacağım, beklemeyeceğim söz.
Sözün bittiği yer orası sadece, ruhların buluştuğu bir dans.
Dön dönebildiğince rüzgar gibi güçlü ama naif...
Doğ daha yükseklere, ışığını sakınma tek bir canlıdan bile...
Taşlar bile konuşur senin ışığın yansıyınca gökyüzünde....
Şimdi ben bir çocuk gülüşündeyim ara beni bul. Belki gökkuşağının yedinci rengiyim boya beni gör... En güzel şarkının dizesindeyim... Düzenindeyim hayatın, zorluğundayım, bazen kadehten boşalan neşesindeyim... Senin geçtiğin her sokağı ezberledim... Duvarlara ıslık çaldım... Çiçek bıraktım kaldırımlara ve haykırdım içimde hiçbir an eksilmeyen aşkını dağlara karşı...
Sev sevil.