İsterdim ki bu taptaze bir başlangıç mektubu olsun. Değil. Kalbimin kıyısına bucağına sıkışmış cümlelerden oluşan karışık, manasız, sıkıcı bir yazı bu. Her zamanki gibi. Epeydir cümlelerim dökülmüyordu ellerimden. Hoş, şimdi de dökülüyor değil ya. Zorla çekip çıkarıyorum her birini. İçimde biriken şeyler anlamlı cümlelere dönüşmüyor. Kafam karışık. Ne oldu da böyle oldu? Geçmemiş miydi tüm bunlar? Zaman her şeyi dönüp dolaştırıp yeniden önüme koyuyor işte. Tozunu alıp rafa kaldırdığım ne varsa birer birer yığılıyor önüme. Kısır bir döngünün içerisinde kıvranıp duruyorum.

Dün, bu kıvranışlarımın birinde düşünmeye bile tahammülüm kalmamıştı. Uyudum. Uzun zamandır bu kadar çok uyumamıştım. İnsanlar uyumayı bir kaçış olarak görür normalde. Ben uyurken kaçamıyorum. Anlamsız rüyalarla -ki mutlaka psikolojik bir manası vardır- boğuşuyorum. Bazen diyorum, bana deli gömleği giydirseler yeridir. Bu kadar düşünen ya filozof olur ya deli. E filozof da olamayacağıma göre…


Her neyse. Şu sıralar kalbim de kırık, kafam gibi. İkisinden biri onsa kafi. Görelim bakalım zaman hangisini iyi edecek.


22 Ekim 2020