Lawrence, Güneşin Çocukları lakabıyla bilinen İtalyanlar için “Aslında onlara Gölgenin Çocukları dense daha iyi olurdu.” sözüyle insanın yazgısının doğa düzeniyle tezatını evvelden çözmüş gibidir.


İnsan yazgısının, yazının yaşamı ve yaşamın yazısının karşılaştığı noktada varlaştığı öteden beri bilinen bir gerçektir. İnsan kültür ögelerini inşa ederken kendisini çepeçevre kuşatan doğa karşısında da daima inşa edilmekte olandır. Çok eski bir inanıştan arda kalan o sırda söylendiği gibi, Tanrının dili dünyayı şiir kılarken insan da yüzyıllardır beşeri dilin sırlarına bu şiiri seyrederek ulaşmaya çalışıyor. Karmaşık geleneklerden beslenerek yükselen coğrafyalar dünyayı anlayabilme çabalarının ilk uğraşı mitler ve türküler için doğal bir matbaa oluyor böylece. İtalya da bu matbaalardan biri, hatta en güzellerinden. Tanrı dili ile insan dilinin denk geldiği bir coğrafya olarak insan yazgısına zengin kazanımlar elde ettiren İtalya, limon bahçeleri ve gölgeli dağlarıyla bu rastlaşmayı aydınlık-karanlık karşıtlığında gözler önüne seriyor adeta. Nitekim Lawrence, Güneşin Çocukları lakabıyla bilinen İtalyanlar için “Aslında onlara Gölgenin Çocukları dense daha iyi olurdu.” sözüyle insanın yazgısının doğa düzeniyle tezatını evvelden çözmüş gibidir. Sonuç olarak 13. yüzyıl sanat dili Latinceyi ve ortaçağ teolojisinin şahane açımlanışı İlahi Komedya’yı kendinde yaşatmış, yerel kökleri ve aydınlanma adımlarını beraber yürütmüş İtalya’nın edebiyatı da ayırt edici nitelikleri ile insan ruhuna bir sadakattir.


“Gelenek aktarır, aktarım iletir ve sınırı geçersin”



İtalyan Edebiyatı, Sicilya Okulu doğumlu lirik yüceltme şiirlerinin bolluk dönemi 13. Yüzyıldan sonra 14. Yüzyılda Dante, Petrarca ve Boccacio’nun eserleriyle yüzünü düzyazı edebiyata dönerken içinde bulunduğu zamanın siyasal ve toplumsal olayları için de daima son durak görevi üstlenmiştir. Her bir sanatçı yerel problemleri evrensel bir dil ile eserleştirirken İtalyan Edebiyatı’nı adeta bir dönemin tanığı kılar. Bugüne odaklı bir bakışın araştırmacı bir belgeye dönüşmesi İtalyan sanatçılarına aydınlanma çağı öncüsü diyebileceğimiz tarzda bir misyon yükler. Geleneğe [kanon] bağlılık yemini eden İtalyan yazarlar belirleyici ve seçici belleklerini bugünün koşul ve formasyonlarına uyumlamak için milli edebiyatlarını dönüştürerek geliştirirken dünyalı olmanın en incelikli, en yüce yolunu yine sanatları ile keşfetmiş olurlar. Bugün biz okurların İtalyan Edebiyatı’nda karşılaştığımız eski yaşam ve yeni yaşam kokusunun birbirinde buldukları denge bu Akdeniz edebiyatı için dil üzerinde bir yöntemdir; nasıl ki 2011’de kaybettiğimiz İtalyan şair Zanzotto “Gelenek aktarır, aktarım iletir ve sınırı geçersin” şiir dizelerinde geleneğin değerini belirtmiştir, beslendiği damarı geçmişte bulmuş her İtalyan sanatçı da eskiyi bugünde yaşatmak için dili köşe bucak dolaşmıştır.



Dino Buzzati’nin karakterleri yazarın kaleminin yönlendirmesinden azade olmuş yapayalnız ve ilgisiz kalmış dağlılar olarak bir gazete küpüründe yaşamlarını askıya almış gibidir.




Belki de o zamanlar, Dino Buzzati, özlediği kurgu edebiyata vakit ayıramıyor olmaktan duyduğu kederi gazeteci bürolarının haber belgelerinin arasında yaşarken bu ayrılığın ona bir üslup kazandıracağından habersizdi; memuriyeti ona yazı ile anlatma arzusu verdi. Ona “İtalyan Kafka” denmesinin sebebi aydınlık memuriyet yaşamı ile gölgeli sanatçı yaşamını bir gerilim hastalığı gibi bünyesinde barındırmasından gelir. Eserlerinde dramatik tansiyon ne derece yükselirse yükselsin Buzzati için bu, kahramanına merhametin telaşını ve sevginin kurtarıcılığını göstermek için bir neden olagelmez, Dino Buzzati’nin karakterleri yazarın kaleminin yönlendirmesinden azade olmuş yapayalnız ve ilgisiz kalmış dağlılar olarak bir gazete küpüründe yaşamlarını askıya almış gibidir.


Buzzati şiirsel ahlâkını kahramanının eylemi ile arasındaki mesafeye davranma gücünü, kaderini yürütme iradesini yerleştirerek kurar; Buzzati kahramanlarına beslediği saygıdan doğan bir emin oluşu eserlerinde belli belirsiz hissettirirken öte yandan da karakterleri bir yandan yazarın kurgusu bir yandan da zaman ve mekanın varlığa yönelmiş koşulları ile mücadele içerisinde ilke ve vizyon türetme mücadelesi verir. Sonuç olarak, Buzzati’nin kahramanı masumdur fakat suçlu bulunur, cesurdur ama yaşamında korkunun gölgesini taşır: Dino Buzzati ilkel miraslara çıplak gözle bakmaya gönüllü bir evrensel yazardır.


Küçük ışıkların gölgesi büyür; eşyanın anlamı genişler. Gerçekten de pek az şey olmuştur fakat yorgunluk nihayetinde gerçek olandır.



Baliverna’nın Çöküşü içinde Tanrı’yı Gören Köpek öyküsünün de olduğu bir oyun ve öykü derlemesidir. Yüzleri değişkenlik gösterir şekilde öykünün dalgalarına yerleşen Yasa ve Yargı karakterin monologlarında “Korkuyorum.” cümlesiyle kıyıya vururken Baliverna’nın Çöküşü okur bakışında bir felaketin beklentisine dönüşür. Öyküdeki yoğun metafor kullanımının yazarın iç dünyasındaki İnanç yorumlarının değişmesiyle yapı ve tipoloji kazanmış olduğu düşüncesi bir son bekleyişinin uhrevi yanıyla temellenir. Kahraman Tanrı karşısında yargılanmak üzere olduğu hissiyatı ile öyküsünün anlatımına korktuğunu söyleyerek başlar yine bu hisle bitirir. Gerçekçi geleneğin ağır yük altında ezilen kahramanları iç dünyasının okura faş edilmeyen kaotik gizemiyle gölgeli dağlar ve duvarlar arkasında bir son beklerken modernizmin ironik örgüsünden de etkilenmektedir. Küçük ışıkların gölgesi büyür; eşyanın anlamı genişler. Gerçekten de pek az şey olmuştur fakat yorgunluk nihayetinde gerçek olandır.


Dino Buzzati’nin Baliverna’nın Çöküşü kitabı, İtalyan edebiyatının retorik örneklerinden biridir, öyküler risaleler halinde insanlık durumuna odaklanır. İlk günah, özgür irade, baştan çıkarılma, korku ve bağışlanma temalarının çok anlamlılık ile işlendiği bu hikâyeler mesafeli bir kurulukta yazılmış olmasına rağmen şiire has bir yoğunluk da dilde vardır: Yazarlık ve gazetecilik arasında salınan bilinç, olağanüstü hiçbir şey sunmaz fakat şeyleri olağan üstü kılar.


*Bu yazı ilk olarak 29 Eylül 2023 tarihinde Oggito'da yayımlanmıştır.