Kalabalıklar içerisinde yalnızlıkla dolup taşmak...


Çiçeklere bakıyorum. Acaba onlar da üzgün müdür? Dokunuyorum yapraklarına. Ahh, sahte çiçekmiş... Şimdi, az önceki sorumun cevabını buldum. Evet, onlar da üzgündür... Su içmeye bile değer görmemişler insanlar tarafından. Ondan evlerin içi sahte çiçeklerle dolu, dünyanın sahte insanlarla dolu olduğu gibi. İnsanların çiçek sulamaya bile vakti yok her şeyin kolaylaştığı bu dijital dünyada. Bitkilere, hayvanlara ve hatta anısı olan eşyalara değer veren insanları özlüyorum. 


Saatler geçmiyor ki günler geçsin. Merakla beklediğim o gün... Ne olacak, nasıl olacak? En önemlisi, arkamdan ağlayanlar olacak mı? Beni özleyenler olacak mı? Ben kendime yeterim dedikçe daha da mı yalnızlaşacağım? Gitmeyi istedikçe daha da mı unutulacağım? Orta yolu bulmak çok zor.


Hayatımın daha kaç tane virgülü var? Daha kaç kapının kilidini açacağım? Hikayemin bitmesine kaç sayfa kaldı? Yarım kalanlar tamamlanacak mı?


Ne çok soru sordum. Sen de sor kendine, benim kendime sorduklarımı. Bir gün misafirliğimin sona ereceğini bildiğim bu hayat evinde izi kalmış bir şey var mı?

 

Beyaz sayfalar görüyorum karanlığa mahkûm... Ne cevherler var bu hayatta, keşfedilmemiş ve asla keşfedilemeyecek olan. Çırpınışlarına rağmen asla gün yüzü göremeyecek olan. Bazı insanların günahlarının bedelini ödeyenler var...


Şu dar odanın katı yalnızlığında

Ve her şeyin çıplaklığında

Durup bir pencereyi deniyorum

Gizliliğin dışına çıkıyorum

Araçların

İnsanların

Şehrin ve meydanların ve kalabalığın ve her şeyin

İçimde yalnız ve yapraksız

Bir kavak ağacı büyüyor -çıplak ve göğe doğru-

Ama küskün ama yalnız ama yapraksız ve uzun

Bir ağlama duvarı bu.

Yatak ve yorganın kuru yalnızlığında

Ve aklın dar yalnızlığında

Şehrin ve her şeyin

Ve kalabalığın yorgunluğunda

Saçların ve parmakların

Ve gözlerin ve gecenin bu bulanık çağında

Ve aynaların sığ görünümünde

Bunalıyorum.

-Erdem Bayazıt