Yaşadıkları hayatın neredeyse yarısını birlikte geçirmiş iki dost, düzenli aralıklarla görüşürlerdi. Yine o düzenin içindeki görüşme kısmındaydılar. Küçük bir çay bahçesinde buluştular. Hal hatır muhabbetlerinden sonra bir süre boyunca telefonlarıyla uğraştılar. Birbirlerine bir şeyler izleterek gülmeye çalıştılar. Ne konuşacaklarını bile bilmiyorlardı. Birkaç şey saçmaladıktan sonra konu nasıl olduysa aşka bağlanmıştı. Birisi diğerine “Unutabildin mi?” dedi. Diğeri hiç düşünmeden “Unuttum.” dedi. Çayından bir yudum daha aldı. Gözlerini arkadaşının gözlerinden kaçırarak çayından ikinci yudumu almadan “ama” dedi. Sonra bir yudum daha aldı. Çayını bırakırken bir yandan da “Söylemek istediğim çok şey var.” dedi. Böylece arkadaşının gözlerine dönebilmişti.

“Ama?”

“Ne?”

“Ama diyerek devam etmeyecek misin?”

“Yok. Hem kullandım ya daha önce.”

“O zaman söylemek istediklerini söyle.”

“Söylemek istediğim birçok şeyin olması, bunları söylemek zorunda olduğum anlamına gelmiyor. Mesela, evde kola ve ayran var, istersen limonata da alabilirsin. Birini içmek gibi bir zorunluluğun yok. İstersen birini, istersen hepsini içebilirsin.”

“Limonata alınacak zaman değil. Limon fiyatlarının artmasından mı olmuş bilmiyorum ama çok pahalı.”

“Limon fiyatları istediği kadar artsın. Limon aroması katıyorlar içerisine. Gerçek limon sıkan var mı? Hadi o aroma için kullanılan bir miktar limon var diyelim. Yine de tonlarca limon kullandıklarını düşünmüyorum. Krizi fırsata çeviriyorlar, bence.”

“O aroma olayı çok farklı elbette kullanılan şeyler var ama sadece ondan yapılmıyor. Genel olarak ekonomiden söz ediyorum, ben. Yaşam pahalılaşıyor ama yaşamak için elde ettiğimiz gelirler aynı.”

“Haklısın zor bir durum ama bir yandan da iyi yönleri var. Bu dönemde ekonomik zorluk çeken insan sayısının çok olduğunu biliyoruz. Bu durumdan etkilenen genç sayısının da bir hayli yüksek olduğunu bilmemek mümkün değil. Bu durum içerisinde sürekli zorluk çeken, çözüm önerileri üreten, durumdan rahatsız olan insanlar ilerleyen zamanda daha bilinçli hale gelecektir. Yani şimdi bu yaşta ekonomi konuşmak zorunda kaldığı için üzüldüğümüz gençlik, gelecekte ekonomik sorunların üstesinden kolaylıkla gelecektir diye düşünüyorum.”

“Gelecek korkunç bir şey değil mi? Ben bir dakika sonrasından korkuyorum. Oysa geçmiş öyle değil. Geçmişte acılar yaşamış olsan da o acılar yaşandı ve bitti. Bir dakika sonra karşına nasıl bir acı çıkacak ve bununla nasıl baş edeceksin bunu bilmemek korkutuyor. Belli bir yaştan sonra geçmişe doğru aksa ömrümüz. Tersten yaşayarak ölsek doğduğumuz gün. Eminim ikinci yarı daha güzel geçer. Soyunma odasına 1-0 yenik giren takımın ikinci yarıda gol yemeden en az iki gol atması gibi olur.”

“Peki, son dakika da yediğin golü düşündün mü? Öleceğin günü ve anı bilmek ve bir yandan da nasıl öleceğini bilmemek de korkutur insanı. Geçmişte yaşanan acılar, bizi tecrübe sahibi yapıyor. Bu tecrübe sayesinde gelecekte gelen bir acı karşısında daha güçlü oluyoruz. Hatta acı gelmeden bile gelmesin diye önlemler alıyoruz. Çocukken terleyip soğuk suyu içeriz ama büyüdükçe bunun bir hastalığa yol açtığını bildiğimiz için yapmayız. Bu yüzden geçmiş kıymetlidir. Geçmiş ne kadar tecrübeyle doluysa gelecek de o kadar güzel olur diye düşünüyorum. Ayrıca insan ömrü zaten o dediğine benziyor. Benim gibi düşünürsen. Geriye gitmiyoruz evet ama derler ya yaşlılar için çocuklaşıyor diye onun gibi bir şey. Bir yerden sonra tamamen tecrübe edindiğin için aynı sorunları kolaylıkla atlatıyorsun. Aslında sorunsuz bir hayatın olmuyor, sen güçlü ve tecrübeli olduğun için sorunlar teğet geçiyor.”

“Söylediklerin biraz mantıklı geldi. Yaşadığımız her anın kıymetini bilerek yaşarsak yaşadığımız şey iyi de olsa kötü de olsa kıymet verdiğimiz anlar bize daha çok şey katar. İnsanın kişisel gelişimine bile katkısı olur. Her anı zevkli bir şekilde yaşamak için her anın zevklerine odaklanırsak yaşamımız boyunca zevkli bir hayat yaşamış oluruz. Demek ki yaşamaktan zevk alarak yaşamalıyız da diyebiliriz.”

“Benim uzun zamandır hayatta zevk aldığım tek şey, Fenerbahçe.”

“Ben de Fenerbahçeliyim ama bu kadarı abartı değil mi? Âşık olsan, birilerini sevsen bırakırsın.”

“Kimseyi Fenerbahçe’den çok sevemem. Bir kez Fenerbahçe’den çok sevdim. O da Fenerbahçe’yi daha çok sevmemi öğretti. Kendimi daha çok sevmeye başladım.”

“Unutmadın mı hâlâ? Kaç yıl oldu artık vazgeçmelisin.”

“Unuttuğumu unuttum.”

“Söylemek istediklerin de bunlar mıydı? Neyse, hadi kalkalım.”


Ne konuştuklarını ve niçin konuştuklarının farkında olmadıkları için yeni bir çay daha içmek istemeden hesabı ödeyerek kalktılar. Yılların eskitemediği dostlukları zamanla eskimişti. Anılarını bile anlatmaktan çekindiler. Güzel anılar özlemiyle, kötü anılar ise yaralarıyla acı veriyordu ikisine de. Birçok şeyi de unutmuşlardı zaten. Öyle bir unutmuşlardı ki unuta unuta neyi unuttuklarını da unutmuşlardı. Bu da yetmez gibi biz daha fazla unutamaz mıyız diyerek unutmayı başarmış bir insan olduklarını da unutmuşlardı. Daha nasıl unutabiliriz derken hatırlamaya başladılar. Unutmuş birer insan olduklarını da unutunca tekrar bir şeyler hatırlamaya ve canları yanmaya başlamıştı. Çay bahçesinin önünde vedalaşırken son cümle, “Daha da unutamayız ya, zor yani. Bundan sonra daha da hatırlamaya çalışalım.” olmuştu.