bu aydınlık güne tezat sisli bir nefes var göğsümde. hani beyniniz uçsuz bucaksız düşüncelerle dolu olur da okuduğunuz kitabın kaçıncı satırında kaldığını kaçırsınız ya öyle bir dalgınlıkla bilmediğim sokaklarda adım adım hiçliğe karışmaktayım. kulağımda çalan müziği de duyamıyorum, zaten pek de önemi yok. başımdaki korkunç bir ağrı, kulaklarımdaki sonsuz bir çınlama ve kalp ağrıma eşlik eden birkaç ufak tefek sorun.. gündemim bunlar. bir de sevdiğim gönül tabii ki. durun, hikayemi anlatayım da dinleyin. onunla ilk defa yine hevesimi bedenimden çekip çıkaran ve uyandığıma lanetlerimi sıralayacağım renksiz bir perşembe öğleninde isteksiz okuduğum üniversitemin kalabalık fakülte koridorlarında denk gelmiştik birbirimize. ki zaten ben her şeyi isteksiz yapardım. onu gördüğüm an dikkatimi çeken ilk şey eskimiş gri koridorların bile parıl parıl parladığıydı. gerçi emin olamıyorum sevgimden mi gözüm görmez olmuştu yoksa beş metre ötemizde hararetle koridorları temizleyen abla sayesinde mi parlıyordu etraf ama aydınlıktı işte, sanki çiçeklerle bezenmişti. üstelik dostlarım, bir gülümsemesi vardı ki sanki yağmurun değdiği biçilmiş çimen kokusunu elinizde yeni demlediğiniz kahvenizle birlikte solumak gibiydi. nefes aldığımı hissettiriyordu bana, hayatta olduğumu.. her kahkahasında dünyanın en eşsiz bestesini işitmiş gibi mayışırdım. ölümüm titreyen ipek kirpiklerinin elinden olsun diye tanrıya yalvarırdım. böylece bu karanlık gezegenden göçerken gördüğüm son şey onun gözleri olurdu. göz demişken aşık olunca gözlere perde iner derlerdi de inanmazdım. sahiden de öyleymiş. canı yansa canımdan bir parça kopan bu güzel beyefendi sevgilimdir benim, işitmeyen kalmasın. ve tanrıların huzurunda bu göz yaşartan aşk hikayesi de burada sona ermektedir. çünkü nefesinde hayat bulduğum bu adamın nasıl en büyük hayal kırıklığıma dönüştüğünü okumaktasınız. tahmin etmesi zor olmasa gerek. bingo! ben katilimin duygusallığına kapılan bir acizim, tüm güzelliklerimi tükenmesine de göz yummaktan gocunmadım. ben günden güne yok oldum, kendimi kaybettim.
meraktasınız biliyorum, hâlâ satırlar arasında gözleriniz mekik olduğuna göre hevestesiniz, farkındayım. bu ana gelene dek neler yaşadım, neler gördüm de neler geçirdim duymak istiyor gibisiniz. darmadağın halim size bir yerlerden tanıdık geliyor olmalı. basit ve avare bir çocukta kendinizi bulmayı beklemiyordunuz zannımca. ama anlatamam, köhne bir köşeye kaldırdığım geçmişimi üstündeki tozları üfleyerek ortaya çıkaramam. çünkü bir şeyleri unutmak istediğinizde hatırlamamak sahiden yardımcı oluyor olmalı ki geçmişimi misafir eden karmaşık zihnimin kirli ve meyus sokaklarında gezintiye çıkmayı ertelemeyi tercih ediyorum. her bir ayrıntısını unutmak istediğim geçmişimi.. gönül verdiğim beyefendiyle olan anılarımı da.. durun, yargısız kınamayın beni. nasıl olur da bir insan tüm anılarını unutmak isteyecek kadar kalpsiz olabilir demeyin, bir insan sevdiği insanla geçirdiği yıllarını nasıl da çöpe atabilir demeyin. demeyin çünkü siz bilmezsiniz. göğsümün tahtına yerleşmiş acıları bilmezsiniz! bu acılar öyledir ki bazı geceler uyku uyutmaz, bazı zamanlar nefes aldırmaz ama en çok da zihnimin her karışını bıkmadan usanmadan gezip tozmaya bayılır. bir evsiz gibi terk edilmiş kaldırım taşlarında sabahlatır, yanıp sönen güçsüz sokak lambaları altında ağlatır, bir teselliye muhtaç eder, aciz bir avareye dönüştürür. ve dostlarım tecrübeyle sabittir ki bu zehri içinize enjekte eden aynı zamanda panzehiriniz ise işte o vakit bu acılar asla son bulmaz. işte bu yüzden altüst olmuş salonumun rahatsız kanepesinde hastalıklı gibi titreyerek göz yaşı akıtırken anlatıyorum tüm bunları. yani acılarım henüz tazeyken.. gönlümü verdiğim bu adamla belki de bir milyonuncu kavgamızın emareleriydi tüm bunlar. hazır sözü açılmışken bilmediğiniz birkaç şeyden daha bahsedeyim: bu beyefendinin beni üstüme titreye titreye, kırmaktan korktuğu için bir bebeğe dokunur gibi dikkatle sevdiğini de bilmezsiniz. tartıştıktan biraz sonra sinirleri dinince uysal uysal yanıma geldiğini ve sanki hiç zehrini içime akıtmamış, göz yaşlarımın sebebi olmamış gibi öpüp kokladığını da.. hemen peşine ağzının içinde geveleyerek özür diler ve ben de milyonuncu defa paramparça olmamışım gibi kırıklarımı batıp canını yakmasın diye usul usul yerden toplar ve sırtını sıvazlardım. biz buyduk işte, çatlaklarımızı deşer, kırardık birbirimizi. ve kırıldığımız yerden savrulurduk etrafa. sonra da kırıklarımızdan öperdik, iyileşirdik. en azından öyle sanırdık, yani ben sanırdım..
durun dostlarım, kenara çekilin. bu dünyaya fazla gelen aşkımızı biraz uzaktan tüketin. bu bir ricadır, bana lütfen sevdiğim beyefendiyi getirin. çünkü bu, artık sevgiliye son mektuptur.
işte şimdi sevgilim, yeniden buradayım. kalbimi avucunun içine alıp tereddüt dahi etmeden sıkıp attığın zaman uğrayıp dertleştiğim o yanıp sönen sokak lambasının altında, terk edilmiş kaldırımda uzanıyorum. elimde cüzdanımda sakladığım yıpranmış bir fotoğrafın duruyor. hayatımı tüketmemiş, beni bitirmemişsin gibi kocaman sevimli bir gülümseme var yüzünde, tekrar aşık olmadan edemeyeceğim tarzda. biliyorsun ki ben darmaduman olunca sana gelirim, beni bir vazo gibi alıp fırlatan sen olsan bile ben sende yeniden toparlanabilirim. lakin sevgilim artık tutkal tutmaz hale geldim, un ufak oldum ve toparlanamıyorum. fakat görüyorsun, yine senden kopamadım. ölümün sessiz sularında dolanırken bile sen varsın aklımda, sen varsın tenimde ve sen varsın elimde. peşisıra akıp giden göz yaşlarım ve hiçliğe karışan hıçkırıklarım eşliğinde.. eskimiş bileklerimi öpmekten yıprattığım fotoğrafınla kesiyorum şimdi. bu yorgun sokak lambasında sallandırıyorum hayallerimi. bu terk edilmiş sokakta unutulacağımın farkında kimsesiz geldiğim bu dünyadan kimsesiz göçüyorum. ayağımın altındaki tabureyi ittikten sonra bile çırpınmayacağımı biliyorum. çünkü tescillemek için abartılı gösterilere gerek olmadığını düşünüyorum haddizatında benim nefesim çok önceleri kesilmişti zaten. ama sen eserinle böbürlenmek istersen sevgilim öylece boşlukta bir ileri bir geri sallanmamı keyifle izleyebilirsin, darılmam. hatta o güzel sesinle bir ninni mırıldanabilirsen ruhu çıkmış bedenimde gülümseme emarelerine bile rastlayabilirsin. canını teslim ederken huzurluymuş dersiniz arkamdan, gülümsüyormuş.. ama yirmi yıllık yaşam öykümü siz bir de bu yanıp sönen sokak lambasından, terk edilmiş kaldırımdan dinleyin. daha sonra insan yaşarken de ölebilirmiş deyin arkamdan, nefes almak yaşamak değilmiş.. bana hak verin. böylece bu güçsüz devrimim bir işe yarasın, sevgilim yokluğumla cezalandırılsın.