Kâh bir bitki dalında, kâh bir ağaç dalında yaprak...

Pek bir küçük doğar, yeşil rengiyle...

Yaprak büyür, ağaç dalını uzatır, bitki dalını uzatır,

sonra minik bir yaprak avuca sığacak kadar olgunlaşır.

Yağmura muhtaçtır, demek insan bundan sever nahif bir yağmuru, tane tane damlaları...

İçine huzur kaçar her sırılsıklam ıslandığındave tebessüm eder bir yaprak dalında.

Ya her yaprak kurur mu, her yaprak yok olur mu?

Çürüyüp gider de unutulur mu?

Her yaprak dalından savrulup, koparılıp,

kara toprağa kavuşur mu?

Hani korkardı insan şu toprağa varmaktan,

bilmiyor mu ki dalında asılı durduğu,

kökleri salınan bitki ya da ağaç toprağa muhtaçtır

ve yaprakta toprağa muhtaç olarak gelmiştir şu dala,

onun salacak bir kökü yoktur,

o bir elin koparıp,

bir rüzgârın savurup toprağa bırakmasıyla kavuşur geldiği yere.

Yaprağın geldiği yer varacağı yerdir aslında

ve her gidiş aslında bir dönüştür, ister bilmeyerek ister bilerek varış...

Belki bir dala serçe konur ve ikram edilir o yaprak o kuşa, hiç ziyan oldu denir mi şu hâle?

Yaprak sızlanarak bir elin koparması yerine, yavaş yavaş kendini teslim eder muhabbete, vuslata...

Ve her yaprak bir gün dalından gider deya gülerekya ağlayarak...

Sahi ikisi de aynı değil mi gerçi?

İnsan bir papatya yaprağıyken seviyor sevmiyor diye harcanır belkibelki de bir çınar dalında ömrü uzun yaşar, çabuk kurumadan, toprağına tez varmadan…

-21/07/25

/