İnsan kelimelerin otoritesi karşısında o kadar çaresiz büyümüştür ki hakikat ile sözcüklerin sınırlı dünyasını ayırt edemez. Kendini mutsuz ve depresyonda hisseden kişi, sıkıştığı motivasyonsuzluk ve hiçbir şey yapmak istememe duvarlarını aşıp geçemez. Duvarı aşmak çabasıyla kafasını vurup vurup sonunda yorulur ve başaramayacağına emin olur.“Yıkılmış bir enkazın altında kalmış gibiyim!”Enkazı kaldıramaz. Ve bunalım yaşar. Yani o öyle düşünür. Psikolog Ali Bayramoğlu’na göre kelimeler hayatımızdaki eylemlerimizle o kadar kaynaşmıştır ki yaşadığımız ruhsal durumları kelimler yardımıyla etiketleriz ve bu düşüncelerin davranışlarımızı kontrol ettiği sanrısına kapılırız. Sanki gerçekten yaşanan bir kaza sonucu üzerimize yıkılan bir şeyler var ve kaldıramıyoruz, kazayı başkaları da görmemiş ve yardım edemiyorlar. Halbuki ortada ne bir kaza vardır ne de hareket etmemizi engelleyen fiziksel bir durum. Hayatımızda kontrol edip edemeyeceğimiz durumlar vardır. Kontrol edemediklerimizi kabul etmelive savaşmayı bırakmalıyız. Topluluk önünde konuşma yapan birinin kaygılanmamaya çalışırken daha çok kaygılanması, işlerini ertelemeye karar verirken kafasının içinde harcadığı enerjinin eğer gerçekten işe başlayıp devam etseydi harcayacağından çok fazla olması, mutsuz olmamaya çalışıp ya da o an yaşadığı mutluluğun devam etmeyeceğini düşünüp aklına türlü kötü senaryoların gelmesi hepsi boş ama bomboş çatışma sevdamızın ürünü. Kavgacılığımızdan başka bir şey değil. İnsanoğlu yaşamı boyunca yaptığı tahminlerde o kadar kusursuzdu ki en ufak tökezleme ona travma yaşatıyor. Fiziksel engeli bulunmayan biri yolda yürürken adımlarını nasıl atması gerektiğine dair bir şüphe duymaz ya da çay bardağını elimizle tutup ağzımıza götürürken üstümüze dökme konusunda korku hissetmeyiz. Fakat gireceğin sınavda doğru yapamamaktan korkarız. Sadece sonuçları daha ağır olabileceğinden değil, sınavda mükemmel olmak zorunda hissettiğimizden. Uzmanlara göre belli oranda heyecan iyidir. Bunu kontrol edememek aşırı kontrolcülükten kaynaklıdır. Şirket yönetimine sunum yaparken ya da bir mülakatta lafı ağzına dolanan birinin karşısındakiler tarafından yeterince ciddiye alınamayacağı korkusu ve kesinlikle hiçbir hata yapmamalıyım çabası asıl bizi hataya götürür. Zihnimizde oluşan olumsuz senaryo bizim koruyucumuzdur, evrimimiz bu oyunca hayatta kalmamızı tehlikelerden korunmamızı sağlamıştır. Bu yüzden en ufak belirsizlikte zihnimiz bize en olumsuz senaryoyu göstererek bizi korumaya çalışır.“Ya sunumu iyi yapamazsam, anlatacaklarımı unutursam! ”, “Ya sınavdan çok kötü puan alırsam”, “Ya sevgilim beni terk ederse.” Gerisini söylememe gerek yok zihniniz otomatik olarak felaket hikayeleri yazmaya başlayacaktır. E peki kelimeler? Kelimelerin otoritesi burada devreye giriyor ve gerçek ile düşünceyi karıştırmamıza neden oluyor. Sınav sırasında bir soruya kafamız takıldığında zihnimizde oluşan sınavdan kötü not alma düşüncesine “Ben zaten çok başarısızım. Yapamıyorum işte. İşe yaramazın tekiyim!”, sevgilimizin ufak bir mimiğinden ya da söylediği bir cümleden alındığımızda “Beni sevmiyor. Beni gerçekten terk edecek. Ne yapacağım ben, dünyanın sonu bu!” cümleleri eşlik ediyor ve hayal gücünüzün sınırlarını zorlayacak derecede hayali durumlar yaratıyor, yanılgılar yaşayabiliyoruz. Halbuki aklımıza gelen bu düşüncelerle savaşmak yerine onları kabul etsek bu kötü senaryolama işi bu kadar uzamayacak ve senin yemek yerken, duş alırken, film izlerken kafanda dönüp durmayacak. Tek yapman gereken evet şu an aklıma sınavdan kötü not alabileceğim düşüncesi geldi.

-Hoş geldin düşünce.

+Hoş bulduk Muhittin.

-Sen gerçek değilsin bir düşüncesin. Beni uyardığın için teşekkür ederim ama şimdi seni kenara alıyorum çünkü bitirmem gereken bir sınav var.

Düşünceleri kabul etmemeyi seçiyorsanız da en azından öteleyin. Aksiyon alabileceğiniz bir durum varsa beklemek yerine o işi yapın. O da olmuyorsa yazın. Yorulmanıza gerek yok konuyu hatırlayın, gerisini zihniniz halledecektir.