“Kaburgalarımıza sıkıştırdığımız hakikat eşiğindeki şu yankısı bulunmayacak çığlıklarımızın insan görünümlü şarlatanların gösterilerine seyirci kaldığımız günlerin boşluğu ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bu sonsuz zamanın içinde erimek bir yana dursun sanki hiç var olmamış gibi kaybolup gitmek, bizi dünyadaki bütün ızdırap ve çaresizliklerin içinden çıkarıp insan soyunun bütün davranışlarına bir kaya parçası gibi sapasağlam durabilmek için tek çıkar yol olmamalı. Dayanabilmenin bir yolu olmalı. 


Bir topluluğun kabullendiği hakikatlerin bizim dünyamızda yaratacağı boşluğa kendimizi adarken erittiğimiz zihin, zihnin peşinden sürüklenen bir ruh kadar acınası bir şey yoktur. Acınasıdır çünkü o hiçbir zaman kendi hakikatini yaratacak kadar ne güçlü olabilir ne de bir kaya parçası gibi diğerlerine karşı durabilir. O sadece rüzgarını arayan bir boşluk, savrulan bir kırıntı tanesi olarak varlığını devam ettirecektir. Ah o rüzgarı yeniden yaratamayacak kadar sınır çizgisine hapsolmuş, yazılanı oynamakla görevlendirilmiş trajedi bütünü! Ne acıdır ki yürür adımlarla karşıya geçenleri dibe batanlara tercih edeceksiniz. Dibe batanların gördüklerini asla göremediğiniz ve bunu yapmaya cesaret edemediğiniz için siz hep yüzeyde olanın rahatlığına kapılacaksınız. Bundandır ki göreviniz sadece yazılanı oynamaktır. Yazılanı oynamak kolay, onu değiştirip dönüştürmek en az dibe batmak kadar zordur. Dibe batanların yargısını kesmek ise en az yüzeyin rahatlığı kadar caziptir. 


Tüm bunların anlaşılması dibe batmayı gerekli kılar. Dibe batıp çıkışı bulduğunuz gün dünyadaki hiçbir şeye kendiniz kadar ihtiyaç duymayacaksınız. Yüzeyselliğin o keskin buzlarını kırıp dayanmak için kendinizi derinlere, daha derinlere bırakacaksınız.