Her Kimsen. Ben Vefik.


Birazdan, ama çok kısa bir süre sonra, kafama sıkacağım. Tam alnımın ortasından aşağı doğru yirmi derecelik açıyla tutuyorum 45 kalibrelik silahımı. Kaşlarımı kaldırıp indirmekten buruş buruş olmuş alnım, artık zamanı olmadığını biliyor. Bunu gözlerim de biliyor, biliyor ki ağlıyor; sürekli yaşlar döküyor bitiş yerinden. Çiğ bademe benzeyen gözlerimin, çapak biriktiren kısmından sürekli akıyor tuzlu sıvım. Ağlamıyorum ama sızlıyorum. Vücudumun her yeri sızlıyor: Bütün insanlığın yerine dayak yedim.

Herkesin payını ben aldım ve tabii ki aslan payını da kendime bıraktım. Latince bir söz vardı, hatırlamıyorum. Kahverengi gözlerim de hatırlamıyor sözleri, o yüzden kıpkırmızı oldu gözlerim. Dayak yiyerek unutturdum onlara her şeyi… Gördüğü her şeyi unutturdum. Çünkü buna ihtiyacı var: Unutmaya. Kafamda Handel, Bach, Mozart ya da Beethoven denen adamların müzikleri çalıyor. Ruhun gıdasının müzik olmadığını bilecek yaştayım. Ruhun gıdası denen şey varsa eğer, kesinlikle dayaktır. Dayak yedikçe dünyaya doyar insan, sonra ruhunu doyurur. Der ki “Al ruhum! İşte bu, dayak! Yedikçe susacaksın!”

Bu kadar kolay aslında, anlaması da zor değil hem. Ben Descartes’ın cinlerini öldürdüm. Kötülük ya da iyilik, hiçbiri ama hiçbiri umurumda değil. Hegel’in kuracağı tüm cümleleri kurdum ve Sokrates’e geldi sıra. Bilmişlik taslarken başına bir taş geçirdim! Öldürdüm tüm dünyanın en büyük filozofunu. Hatta tren ikileminde tek tek kurşun sıktım, raydaki insanlara. Evet seçimim öldürmekti. Bilinçli, bilerek öldürmek. Neden kurşunun tam olarak beynimden geçmesini istiyorum? Çünkü artık doyamıyorum. İnsanlara ne anlatırsam anlatayım inanmalarından bıktım! Onlara Mesih olduğumu söyleyebilirim, buna da inanırlar. İnanmayacakları tek şey kendilerinin işe yaramaz olduğu. Hiç kimse anlamıyor beni! Evet, öyle gerçek anlamda hiç kimse anlamıyor.         

Etrafımda olup da derdimi anlattığım tek bir kimse yok. Ve olmadı da hayatım boyunca. Bundan sonra olur mu? Sanmam. Beni kurtarması için bu mektubu bir şişeye koyup bekleyeceğim. Kimse gelmezse eğer, olmayan kaderimin sonuna çektiğim bir çizgi olduğunu söyleyeceğim. Sonra o çizgiyi koymamışçasına geçip öldüreceğim kendimi.

Bunu okuyan kişi beni kurtar. Taksim’de, anıtın karşısındaki oteldeyim. Beni bulmalısın. Az bir zaman kaldı. Yaklaşık beş gün…


09/09/1934