29 Temmuz 2018, Pazar


Hastalıklı olanın ben olduğunu zannediyorlar. Ancak maruz kaldığım şeylerden, kafamın içindeki harpten, kafamın içerisinde oturup bir köşeye zırıl zırıl ağladığımdan, sözcüklerin sırtımda yara izi bıraktığından haberleri yok. Kalbime isabet eden oklardan birine zehir sürmüşler, nasılsa ruhumu da paramparça ediveriyor. Ben nasıl arkama bakacağım bundan sonra?


Sağlığımdan bahsediyorlar. Tanrım, sorarım sana. Ruhen hastalanmış, yataklara düşmüş birinin koşabilmesi ne denli ehemmiyet arz eder?


Sonuçta, biliyorum. Yavaş yavaş, kendimi acındıra acındıra, onları buna alıştırarak ölüyorum. Yemediğim için değil. Elleri tetikte, namlu bana dönük; korkudan ve dehşetten yüzlerine bakamıyorum. Ben çok hissediyorum, çok yaşıyorum, çok düşünüyorum; mermiler bana çarpıyor, kanatıyor, elimde tek olan şeyi alıyor ve göğsümde bir delik açarak yoluna bakıyor.


Havada ölüm kokusu var. Kelimeler... Kelimeler bana dokunuyor, bileğime teğet ediyor, bastırıyor.


Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum fakat ördüğüm duvar bunu yapmama engel oluyor, ben güçlü değilim. O duvarın sağlamlığını, kendi kırıklarıma borçluyum. Çok yoruldum. Onu örerken, onu yaşarken, ona dokunurken, o düşerken, onun üzerinden tüm dünyayı izlerken… Kan ve vahşet görüntüsüne ayaklarımı sallaya sallaya bakarken…


Şimdi, yeniden onun arkasına sığınıyorum. Beni gördüklerinde kuşandıkları okları nişan alırken şimdi kendimi, kendimden dahi olsa sakınıyorum; beni, ben de dahil olmak üzere kimse kurtaramaz. Benim gibi insanları dinlemek konusunda usta biri dahi böyleleşmiş bir öze ilk yardım yapamaz.


Kendimi terk mi etmeliyim?


Ondan çok yoruldum. Beni sürekli aşağılamasından, ona sürekli bu aşağılamaların bir gün biteceğini söyleyerek destek vermekten… Bundan sonrasında, acaba, acıya mahkûm olmayı hak edecek kadar kapalı mı gözleri? Bilmiyorum, bilmiyorum... Sadece onun tedavisiz de iyi olacağı yalanını söylemek istemiyorum, tedaviye ne kadar ihtiyaç duyduğumu söylerken bana gülüyorlar, ben de onlara eşlik ediyorum, gülerken sırtımdaki yara bantları bir bir düşüyor sanki. Bir yalancı oluverdim ben, henüz on üç yaşında.


Bu kadarını hak etmedim.

Hayır. Hak ettin.


Daha fazla duymak istemiyorum! Kafamın içinde o kadar çoksunuz ki hiçbirinizi duyamıyorum, hepinizi çok iyi anlıyorum. Bu yüzden artık göçmek istiyorum. Uçmak ve düşmek istiyorum.


Ne için ölmem gerekiyor? Dünyanın iyiliği için mi, yoksa kendim için mi?

Artık bir masa bulup, üzerindeki bütün camdan malzemeleri kırarken bütün bu zamandır tuttuklarımı haykırmak vaktidir, yalnız buna cesaretim dahi yok.

Muhtemelen anlamsız harfler olarak gelir kulağa zaten.

Ne yazdığımı unutmaya başladım. Nereden başlayıp nereye gidiyorum?

Bilmiyorum.

Tek bildiğim, bu basit bir şey değil. Hakikaten değil. Herhangi bir şey değil.

Bu beni öldüren bir hastalık değil.

Bu, kurtuluş.