Sosyal medya çağının bizi getirdiği yer iyi mi kötü mü bilmiyorum. Elimizde olmaksızın, bize ait olmayan düşünceler içimize işliyor, beynimizin kıvrımlarına nüfuz ediyor adeta. Normalde hiç çekincesiz söyleyeceğimiz şeyleri söyleyemiyor, kendi kendimizeyken bile otosansüre takılır hale geliyoruz. Neyin doğru neyin yanlış olduğu ayırdını yapamadan bir şeyleri savunurken, bir şeylere kafa sallarken buluyoruz kendimizi.


Daha "Bu fikir beni neden rahatsız ediyor?" sorgulamasını yapamadan hoşlanmadığımı hissetmeye başladığım anlarla doldu hayatım. Garip sınırlar ve daha da garip sınırsızlıklar var artık her şeyde, her yerde. Aklımızın bir köşesinde "efsoduyar" görevlisi oturuyor, lüzum gördüğünde müdahale etmek üzere bekliyor...


Sözde en özgür nesiliz, çekincemiz yok hiç. Ama utanmasak sözel iletişimde bile "trigger warning"ler koyacağız cümle başlarımıza. Her yeni gün bir başka hassasiyet çıkıyor. Gerçek mi değil mi anlayamıyoruz; laf etsek "linç"lenir miyiz bilmiyoruz, hiçbir şey olmasa zaten kendi kendimizi eleştiriyoruz.


Demiyorum ki gelişmeyelim, dikkatli olmayalım. Ama bu kadarı bazen fazla geliyor işte. Henüz genç bir yaşta sayılmama rağmen eskiyi özlediğimi fark ediyorum. Her şeyin daha basit olduğu zamanları... O zaman da her kafadan farklı ses çıkıyordu belki ama hep belli ortak noktalar vardı. Şimdi bu zıtlıkların çeşitlilikleri sonsuza uzanıyor ve bu beni korkutuyor. Geliştiğimizi, düzeldiğimizi, güzelleştirdiğimizi sanırken tek yaptığımızın her şeyi daha da komplike hale getirmek olduğu endişesini taşıyorum.


Bilmiyorum, saygının birçok şeyi çözeceğine canıgönülden inansam da bir şeyleri anlayamıyorum. Ne yapıyoruz, nereye gidiyoruz, neden istediğimiz ritme bir türlü ulaşamıyoruz, tek atışlık ömürlerimizi boşa mı tüketiyoruz...