Uzun çizmeleri giyerken karşılaşmaları düşünmüyordu. Aklından geçen her neyse bağcıklarını unutturuyor bir bakıma telaş yaratıyordu.
Havanın nasıl olduğu ya da ne yemesi gerektiğini düşünüyor olabilir ama o hüzünlü ifadesi buna da izin vermiyordu. Ya bir takım derin fikirler, felsefi çağrışımlarsa aklındaki? İmkan yok. Aylardır kitap açmamıştı. Üzerine düşüneceği bir problemi ya da canını sıkan bir şeyde yoktu. Yine de bir huzursuzluk hali her tarafını sarmıştı. Hatırladığı bir anı mı? Hayır. O kadar uzun bir şey değil. Hızla gelip kendini hatırlatan sinsi bir his. Baharı, turuncu yaprakları ve rüzgarın yavaştan soğumaya başladığı günlerden gelen bi his. Yoğun, tarifi olmayan bir dejavu. İste boğazının tıkanmasına da bu his sebep olmuştu.
Büyük kayıpların hissi. Öyleki, ölmesine bi kaç dakika kala hissetse bu hissi, bu kadar yargılamayacak hatta yerinde sayıcaktı.
Ama şimdi yazın ilk günlerinde sokakta volta atarken gelip yapışınca göğsüne, ellerini nereye koyacağını dahi bilemiyordu insan.
Ya bu hissin peşine takılıp o yoğun, keskin duyguyla aklını kaçıracak ya da onu görmezden gelerek yaşayacak ve sanki gün boyu göğsünde bir külçe altın taşıyormuş gibi ağırlıkla dolaşıcaktı.
Ve ilkini seçti.
O keskin hatlara zamanla alışıp verdiği bu anlamsız ağırlıktan zevk duymaya başladı.uzaklara daldı, iki kelimeyi bir araya getiremedi. Ama şimdi en küçük otların bile sevincini duyar hale geldi. Göğe taptı, ağaçları dinledi. İnsana baktı, yalnızca acıma duygusu kapladı içini. O bulutları seçti ve bi daha hiç karışmadı kafası.