Her sene okullar kapanır, sonrasında yaşadıkları şehrin sakinleri azalır, koca(?) şehir adeta bomboş kalırdı. Delikanlının küçük esnaf babası da vaziyetten nasibini alırdı. İş güç gittikçe daha kesat hale gelirdi. Tatile çıkabilecek derecede varsıl bir aile değillerdi. Hele ki evin içinde o kadar kalabalık nüfusla. Çevrelerinde tatil köyleri, oteller, pansiyonlar yerine kırsal köylerine dağılanlar da bir o kadar çoktu tabii. Hangi yağmurun sevinci, hangi yağmurun kaygıları beraberinde getirdiğini; traktörün nasıl ses çıkardığını, hangi otların hayvanlara dokunacağını öğrenebilecekleri bir köy tatilleri de olmazdı. Delikanlının ailesinin yaşlı büyükleri şükür henüz sağ idi. Torunu torbayı görmekte her zaman epey hevesli ve ısrarcıydılar. Ankara’ya onları görmek için gittikleri ufak seyahatleri olurdu yalnız. Burada matlık, beton yığınları, trafik ve gürültü geldikleri yerden çok çok daha fazlaydı elbette. Öyleyse buna tatil diyebilmek ne kadar mümkün olabilirdi ki?


Herkes delikanlının Ankara’yı bütün karmaşası ve zorluklarıyla sevdiğini düşünürdü. Oysa çocukken sahil kenarında, onun kumdan kalelerini de götürseydi eğer denizin yumuşak dalgaları, kolaylıkla bir başka kenti o tahta yerleştirebilirdi. Yine de delikanlı için bu seyahatlerin son anları çok kıymetli olurdu. Son gece herkes uykuya çekilince, bir yüksekten ışıkları seyrederdi. Son sabah güneşin doğuşunu yakalayıp bütün çatıları, bütün renkleri ezberlemek istercesine incelerdi manzarayı. Manzara demek ne kadar doğru olabilir ise. Bir fotoğraf karesi ya da koyu renklerle dolu art-izlenimci bir tablo gibi aklında tutabilmek için inatla uğraşırdı. Önemliydi, bir sonraki seneye dek aklında kalan bu anı-görüntüyle yetinecekti. Örneğin derste sınıfın yorgun mu yorgun tahtasında işçi problemi çözülürken. Çiziklerle, oyuklarla, envai çeşit küfür ve şiir dizileriyle dolu sırasında oturup hafızasındaki bu görüntüye dalacaktı çoğu zaman. Matematiğin soyutluğundan sıyrılıp yeryüzündeki işçilerin problemlerinden söz etseler daha fazla alaka gösterebileceğini savunurdu. Oysa matematik de önemliydi. Yeşil gözlü kız arzu ettiği bölümü kazanıp gitmişti. Son görüşü olduğunu bilseydi eğer onun gözlerine de tıpkı Ankara’ya son bakışı gibi bakacaktı. O sıcak yeşilin her bir haresini aklına kazımaya çalışacaktı…