Sonsuza kadar genç kalacakmış gibi bir hali vardı. Yüzünü uzun süre görmeyen her insan uzun uzun ona bakardı. Görmeye alıştığı veya görmek istediklerine uzak gibi görünen yüzü, seyrek sakalları, kemerli burnu, orantılı dudakları eskiden gördükleri gibi çirkin değildi. Uzun bacaklarını ayak ayak üstünde görünce insan ister istemez onun gibi otururdu.


Caddenin başındaki çınarın yaprakları yeni yeni düşmeye başlamıştı. Son bir haftadır ilk müşterileri çöpçülerdi. -“Abi bize üç çay.” -“Hemen abi. Murat, abilerine çay götür, ikisine kaşık koyma.” Dünya küçük. Delikanlı dükkanını açar çay gönderir. Kafası rahat. Cumartesileri içmeye gider. Yılda bir hafta da İzmir. Yaş üzüm rakısı.

Masa kurulur. Tabaklara yer kalmayan masanın büyük çoğunluğunu buz paketleri tutar. Tepenin üzerindeki düzlükte sallanan masada hiçbir şey yerli yerinde değildir. Kafalar ağırlaşır. Sıvı akışı hissedilen her yer ya da her şeyde olan şeyler olur. Islaklık. Terler, dökülen rakılar, sallanan sandalyeler gecenin ikisinde parlayan tek şeyin araba farı olduğu dünyada her şey çekimser. Dürüst olan tek şey radyoda çalan türküdür. “Gözleri aklımı.” aldı. Neşetin sesinin çatlamasıyla ağırlaşan kafaların çatlaması bir olur. Ertesi gün akla dahi gelmez. Turşu suyu biter. Anason mide bulandırır.


Delikanlı karanlık sokaklarda gezmeyi sever. Kediler takip eder. Korkarlar. Kimse görmez ya da görmek istemez. Gecenin her yeri tekinsizdir. Korkmuyor mu bu adam? Bilmiyorum. Aniden döner. Yol kıvrılırken lambaların sayısı artar. Ağaçlar yerine insan boyuna gelen otlar vardır. Islak sokaklarda adımlamak ayrı bir zevktir.


Aşıktı bir zamanlar. O kadar aşıktı ki dipsiz bir kuyuya düştüğünü fark etmemişti. Her şeyin mükemmel olduğunu düşündüğü her an fersah fersah düşüyordu. Düşmek delikanlı için normal hale geldiğinde kaçtı. Kaçmasaydı diğerlerinden bir farkı olmazdı. Çoğu gece onu serseri zannedenler gibiydi. Acınası. Tırmanması uzun sürüyordu.


Delikanlı günü bitirirken aklından sadece uyumak geçiyordu. Aklı karmaşık değildi, köpekler gibi nerede ne olduğunu biliyordu, sahibinin terliklerini getiriyormuş gibi sevgisini dağıttığı zamanlara acınası diyordu.