Merhabalar.

Bugün yaşam serüvenime son vermeye karar verdim.

Evet, bu bir intihar mektubu.

Bugün sıcak parmaklarımın ısıttığı kalem şahsım adına son noktalama işaretlerini yapacak.


Nereden başlasam inanın, bilmiyorum.

En son alnıma dayanmış soğuk namluyu hatırlıyor musunuz? 

Tetik terli bir parmağın merhametinde, ben ise ölümün ardını görebileceğim ihtimaline karşı hınç bir sevinçle beklerken, birden bire kafama yediğim darbe ile yere serildim o gün. 

Gözlerimi açtığımda steril bir odada, beyaz bir yatakta buldum kendimi. 

Tüm vücudum balyoz ile dövülmüş gibi sızlıyordu. 

Kanımda ağır antidepresan maddeler olduğunu hissettim. 

Başucumda uyanmamı bekleyen doktor hanım ve Dila vardı. 


Uyandığımda; "Neredeyim ben?" dedim. 

"Erenköy Ruh Ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, K-1 kliniğinde gözlem altındasınız, Nejat Bey." dedi doktor. 

Olanları anlamaya çalışıyordum, afallamış bir halde. 

"Kendini öldürmek üzereydin!" dedi Dila endişeli ve acımsar bir sesle. 

"Beni nasıl buldun?"

"Takip ettim. 

Birkaç gündür mekana uğruyor, tek başına oturuyordun. 

Bazen kendi kendine gülüyor, dışarı çıkıyordun. 

Bazen öylece bir boşluğa takılıp kendi kendine konuşuyordun. 

Herkesi tedirgin ediyordun Nejat. Ben de hastalığın nüksediyor diye Nezahat Hanım'la görüştüm. Seni takip etmemi söyledi... Ve seni... İyi ki takip etmişim yoksa şu an yaşamıyordun." dedi.

Dila'nın gözleri şişikti.

Yaptığı şeyin vicdanından mıdır yoksa benim yeterince yenilmemden midir bilinmez, en sevdiği oyuncağı kırılmış bir çocuk gibi tüm gece ağladığı belliydi. 


Doktor; "Nejat Bey ilaçlarınızı ne zamandır almıyorsunuz? Hastalığınız dördüncü evreye kadar ilerlemiş durumda. Hastalığınızı tekrar stabilize etmemiz için burada kontrolümüzde olmalısınız." 

"Fakat doktor hanım ben iyiyim. Gördüklerim gerçek. Kayra gerçek, Faysal gerçek!" 

Doktor Nezahat hanım "yazık" edercesine dudağını büktü ve önündeki dosyanın bir sayfasını açtı. 

"Bakın Nejat Bey siz iki yıl önce yine burada benim hastamdınız.  O zaman geldiğinizde de aynı şeyleri söylüyordunuz."

Parmağıyla önündeki kağıttan bir satırı takip ederek konuşmaya devam etti.

"Bakın kız arkadaşınız, Kayra Atasoy 21 Haziran 2017 tarihinde Göztepe kavşağında hız sınırının üstünde ve alkollü bir vaziyette iken trafik kazasında hayatını kaybetti. 

Kaza yaptığı diğer araçtaki Rıza Faysal Ünal isimli şahıs ise yüzü ciddi şekilde yanarak hastaneye kaldırıldı fakat o da birkaç saat sonra yaşamını yitirdi."


Evet... 

Artık saklanacak bir yerim, şaşıracak bir vaziyetim kalmamıştı. 

Gerçek yine en hoyrat, en amiyane haliyle didaktik küfürlerini önüme sermişti. 

Diyecek hiçbir şeyinizin olmaması bu hayatta başınıza gelebilecek en kötü şeydir.

Kelimesizliğin olduğu yerde kifayetsizlik sefil bir elbisedir, giyilir. 

Dünya bir cehennem olmuşsa yaşamak zor olan değildir, buna alışmak zordur. 

Nitekim Tanrı cehennemde ölmeyi yasaklamıştır. 

İşin korkunç tarafı ateşte kavrulmak değil, ateşe alışmak zorunda kalmaktır. 


Bunların hepsini biliyordum.

Lanet olsun ki biliyordum!

Gerçek tüm çıplaklığıyla öfkeli, kıskanç ve namussuz bir yüz ifadesiyle onu attığım kuyudan ilahi yardımlarla çıkmıştı yine karşıma, Yusuf gibi. 

Faysal, kafamın ücra köşelerinde yazdığım gazete, dergi pütürleriydi aslında. 

Aslında düşüncelerimin, hatta suça teşvik düşüncelerimin bile çocuk parkındaymışçasına özgür kalabildiği tek sesimdi. 


Peki ya Kayra? 

Kayra... 

Seni hangi kelime anlatır Kayra? 

Kavga ettiğimiz o gece öfkemi tutamayıp sana seni istemediğimi söylediğim o günün, seni son kez göreceğim gün olacağını nereden bilebilirdim? 

Çoğu insanın görmediği şeyleri gören ben, ölümün ellerinin senin omuzlarında gezdiğini nasıl görmedim? 

Sen, o gece dörtte hastane koridorlarında acıdan kıvranırken ben sana nükleer füzyon sıcaklığında seyreden sevişmemizin ortasında "dünyaya karşı ikimiz olacağız" sözümü nasıl tutamadım? 

Ne büyük aptalım! 

Seni nasıl da rezil bir vedayla ölüme emanet ettim! 

Hıyanete emanet ettim. 

Haklıydın Kayra, sen hep haklıydın. 


Ucuz bir radyo tiyatrosunun kırılma anı gibi sormaya fırsat kalmadan gerçekleşiverdi her şey.

Bir gecede iki küçük cinayet…

Katil hep ezilmiş, hor görülmüş o çocuk. 

Katil benden ve benden ibaret! 

İpuçları ellerimizden saçılıverdi yerküreye. 

Zaten kimsenin vicdanı kendiliğinden ölmüyor ya! 

Biz yine dumanı üstünde yaralar beğeniyorduk birbirimize.

Oysa ki gerçek boşluğu doldurmazdı, dolduramazdı. 

Ve ne yazık ki ihanetin son durağı intikamdı. 

Kabul edemedim, özür dilerim. 


“Yaşamak, seni sevmek gibi ciddi bir iştir.” demiştin. 

Denedim Kayra'm. 

Seni öyle pervasız sevdim ki, sanrılarına bile aşkla koştum. 

Bu hastalık sana açılan bir pencere, çölde serap, denizde mehtap olmuştu benim için. 

Asıl olan delirmiş olmam değildi, ne kağıt üstünde, ne doktor kontrolünde, ne aklımın harabelerinde...

Delirmek, deliliğin zirvesinden aşağı atladığında her katta; "henüz bir kat daha var yere çakılmama" diyerek kendini rahatlatmaktı.

Fakat artık ne sanrı ne gerçek hiçbirini istemiyorum Kayra. 

Ölmek istiyorum uzun zamandır. 

Gerçekten de, düşten de pılımı pırtımı toplayıp senin var olduğun herhangi bir boyuta seyahat etmek istiyorum. 

Yaklaşık dört gündür burada bunu yapıp yapmamayı düşünüyorum. 

Nihayet kararımı verdim, hademenin el arabasından çaldığım ip bu dünyada sarıldığım son şey olacak. 


Üzgünüm Dila... 

Birazdan beni ziyarete geleceksin biliyorum ve seni yerçekimsiz cesedim karşılayacak.

Ama beni anlayacağını biliyorum. 

Biliyorsun her zaman acayip gidesim vardı. 

Merakımdan ölmektense, ölüp merakımın illet mi yoksa nimet mi olduğunu öğrenmem gerek.

Yaşamayı sevmediğimi düşünme. 

Yaşamayı elbette seviyorum. 

Sadece alışmayı sevmiyorum, mecbur kalmayı. 

Kayra'nın olmadığı bir geleceğe alışmak pek de cazip gelmiyor. 

Hem kim bilir belki de ölümden sonrası bu yaşamdan daha keyifli ve güzeldir? 

Bilirsin işte dem almaz, düzenbaz, yerinde durmaz bir çocuktum hep. 

Bunu bilmek istiyorum, bilmek istediğim içinde korkmuyorum. 

Sahi korkacak yerimde kalmadı ya! 


Her neyse. 

Siz önünüzde duran kablolara bakıp "kırmızı mı yoksa mavi mi?" diye düşüne durun. 

Ben gidiyorum. 

Gerçeğe... 

Korkmadan ve merakla. 

Ben geliyorum. 

Geleceğe... 

Merak etme, Kayra. 









Hatırladın mı? 

Faysal?