Dağın alnının çatına kurdular kamplarını.

Zifiri karanlığın ormanlarından geçtikten sonra,

ufak ama evcimen bir ateş yakıldı zirvede.

Keyifleri ilk bir saat çok yerinde

sebepsiz ve anlamsız -ki ihtiyaç yoktur.- gülmeler

geldi ve geçti.

Ardı zifiri karanlık, şehrin ışıkları asit ile

eritilmiş gibi bozulmalara ve kaymalara başladı.

Adam ateşin başında durdu, mars tam tepesinde

-ki doğum haritasında mars üçüncü evdeydi,

o gece saat üçte! Mars adamın kafasının tam üzerinde…

Yarı biyolojik yarı ışıksal bir kordonla bağlı olduğunu gördü

tepesindeki savaşları çıkartan o kızılca gezegene.

“Şu an bir şaman kadar esriğim!” diye haykırdı adam,

arkadaşını Pan ziyaret etmiş olacak ki onun esrik hali

onu daha da korkuttu ve paniklere cereyan ettirdi.

Göğe bakmaktan kendini alıkoyamadı,

başını yere indiremedi adam utanılacak bir şeymiş gibi toprağa bakmak,

bir ıslık çaldı ve kordon titredi!

Gök o bildiğiniz göklerden değildi, aman yanılmayın,

o gece gök yanmış bir dişbudak ağacının içindeki kovuk gibi

spiral olarak arşa çıkıyordu. Tutunsan,

tırmanırdın. -is olurdu ellerin parmakların ve ayakların.

Evrenin isi. Evrenin işi.

Ama adam tırmanmadı.

Hugin o gece adamı hiç terk etmedi.

Ormana yürüdü,

yürümek zorunda hissetti, karanlık ormana çekildi.

yaşlı bir çam ağacında hazzı ve dinginliği buldu, ona sarıldı

onu sevdi ve sevildi.

Adam ateş başına döndüğünde sağ kulağına bir yarasa çarptı,

fısıltıları duydu, ama arkadaşına çaktırmadı. Ne kadar şanslı diye düşünmeden

edemedi, Pan neden bana da uğramadı.

Bir baykuş öttü vadiden ve adam tanrıçasını hatırlamaya çalıştı,

Artemis’ten buldu Afrodit’ini. Ona rünler kazıdı o gece göğün arşına, yanmış

dişbudak ağacının içindeki isli kovuğa.

Şarkılar söyledi adam kimsenin duymadığı, o gece

tanrıçasına övgüler dizdi peşi sıra ve ağıtlar yakıldı kamp ateşinden

daha sıcak daha hırçın.