İnsan türünün 21. yüzyılda farkında olmadığı bir tehlike vardı. Çöken sistemler ve gelişemeyen toplum kendisini bir distopyada zannediyordu. Sanki bir noktada her şey çökmüş ve o noktadan sonra toplum var olmuştu. İnsanlar hep bundan dert yanıyordu. Sistemi değiştirmeye çalışanlar vardı, distopyayı yıkmaya çalışanlar, her şeyden melankoli duyup bundan zevk alanlar vardı ve elbette hiçbir şeyden haberi olmayan ezici bir çoğunluk. Esas tehlikenin çok az kişi farkındaydı. Dünya, post apokaliptik bir dünya değildi. Mevcut dünya bir distopyada değildi, mevcut dünya kıyametin gelip çattığı bir dünya idi. İnsanlar bunu göremiyordu çünkü kıyamet herkese üflenecek bir boru ile yüksek perdeden tebliğ olunacak sanılıyordu. Oysa bir boru yoktu ortada, varsa bile ses çıkarmayan bir boruydu bu ve çoktan üflenmişti. Sesi çıkmamıştı tıpkı öldürülen tüm insanlar gibi, tıpkı sesi çıkmadan eziyet edilen hayvanlar gibi, katledilen ormanlar gibi, çöken ahlak sistemleri bağnaz insanların yok ettiği hayallerimiz gibi sessizdi bu boru. Hayatın tadının kalmadığı bu dünyanın distopik olmasını düşünmek insanlarda bir umut doğurmaktaydı. Boş bir umut oysa insanlar bir elden gelen kıyamete hazırlanmalıydı.
Kıyamet önce içimizde koptu. Hayattan zevk alamayan bir zombi dünyasına dönüştük. Sırf kendimizi değil hayvanları ve tüm canlıları aynı zevksizlik düzeyine çektik. İnsanların intihar ve ölümleri ile yıllarca intihar eden hayvanların ölümlerine de göz yumduk. Her şeyi parçaladık ve yıktık. Yıktığımız ilk şey ise insanlığımız oldu.
Medeniyetimiz ilerlerken insan türü kendi kıyametini inşa etti. Uzaya çıkma hayali kuranlar ile ölümü arzulayanlar arasında gidip gelen insanlık en ufak bir entelektüel zevk bırakmadı. Hele ki bu topraklarda artık umut yeşermiyordu, hayalin adı bile yoktu. Hep tamahın öğretildiği insanımız hep daha kötüsüne alıştı. Artık doğan her çocuk âşık olan her insan ve hayallerinin peşinde koşacakken bacaklarına kurşun sıkılan her insan bıkmıştı bu coğrafyadan. Belki de ısrarla uzay hayali kurmamız bundandı, bu dünyada başarısız olan insanlık içten içe kaçıp gitmek istiyordu. Aslında herkes farkındaydı bu kıyametin, var oluşumuzun temelinde bir ıstırap çekiyorduk ancak göremiyorduk. İçten içe bilip bunu tahlil edemiyorduk. İnsanlığa uyarımdır ki kıyamet geldi. Son, sessiz bir katil gibi süzüldü içeriye ve bir hayalet gibi yerleşti bedenimize. Kötü ruhların ele geçirdiği bedenlerimizin diyeti olarak farkında olmadan sürükleniyoruz bu kıyamete. Kendi yarattığımız bir kıyametin içinde her şeyi suçlayan tavırlarımızla öldürülmüş hayallerimizin üstünde tepiniyoruz.