Kar tanelerinin yolları ayrıdır hep. Ama aynı yeryüzünü kaplarlar ihtişamlarıyla. Kimi için zarif edasıyla büyüleyen bir şiirdir, kimi için titremenin bahanesinin soğuk olduğu bir felakettir kış gecelerinin gözdesi kar taneleri. Herkes farklı hissetmez mi soğuğu, haylaz bir çocuğun attığı sert bir kar topu herkesin canını farklı acıtmaz mı? Bir arada yaşamak zorunda bırakılarak cezalandırılan biz sıradan ölümlülerin en trajikomik hadisesidir bence bu. Paylaşmak için didinip durduğumuz bu topraklarda yaşayan bizlerin acıları bile ortak değildir aslında. En büyük yalandır, seni anlıyorum. Hayır ben anlamıyorum, anlamak da istemiyorum. Tek başınalık hapishanesinin duvarlarını aşamıyorum zira yıllardır insan duvarlarından oluşturulmuş bir hapishanede tek başıma yaşıyorum. 


Son perdesine girdiğimde hayatımın, geriye dönüp bakma şerefine sahip olabilirsem şayet fark edeceğim ve kendime katlanamayacağım hadiselerden biridir bu. Gerçi beyaz ışığı beklemeye ne gerek, içtiğim sigaralarımın dumanından geleceğimi görebiliyorum. Yanımdan insanlar gelip geçiyor, ben onlara bakıyorum, onlar da bana. Kirpiklerinin altında bir umut ışığı arıyorum elimde fenerlerle, durduk yere annesinden dayak yemiş bir çocuğun mahcubiyetiyle. Kimsenin kafiyesine uyamıyorum. Gözleri karanlığa alışmış birinin en büyük kabusudur aydınlık ve ben aydınlıktan çok korkuyorum. Usta yazarın da söylediği gibi, kötü bir resim asarım kaygısıyla boş bırakıyorum evimin duvarlarını. Başkasının en güzel okyanuslarında boğulmaktansa kendi bataklığımda ölümü bekliyorum ve artık yıldızlara bakmıyorum.


Dinlenilmeyen bir şarkı, gidilmeyen bir yol, bakılmayan bir resim, hiç yenilmemiş leziz bir yemek gibi gösterilmeyen her sevgi. Fakat gün yüzü gibi ortada tüm nefretler. Kötü hissettiren her şey özenle çerçevelenmiş, hayatı güzelleştirecek her şey en derin mahzenlere gizlenmiş. Belki de gizlenmemiş, hayat hiçbir vakit güzelleşmeyecek bir sürgün, güzel olan her şey korku deryalarında boğulmuş. Her gün kendimi defalarca yargılayıp defalarca müebbede yolladığım mahkemelerimin yasaları, korkuların arkasına sığınmış her sevgi dosyasını yokluk hükmüyle sakat hale getiriyor ve ben yine sevgisiz hayatımda gökteki yıldızı ve yerdeki karıncayı severek yaşamaya devam ediyorum. Belki de yaşamıyorum. Zira bazı ölümler hayatlardan daha uzun sürer. Güneş batar, yollar ayrılır, kuşlar göçer, denizler kurur ama masallara artık inanılmaz. Mutsuz olmaya geldiğimiz bu dünyada artık mutluluk aranmaz ve dünyaya alışanlar şiir yazamaz, her şiir yazanın da dünyasında kafiyeler olmaz. 


Bazen özgürlüğüne salmak gerekir tüm durumları. Küçük İskender'in de söylediği gibi: "Seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da sevgi işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede? Peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri?" Ben de artık kendimi kendi özgürlüğüme salıyorum, yalanlara artık inanmıyorum. Yalanların güzelliğini bir kenara bırakıp acı gerçeklerle yüzleşiyorum. Güneşi batırıyor, yolları ayırıyor, göç eden kuşları beklemiyor, kurumuş denizlerde dalga aramıyorum. Bir nedeni yok, yalnızca ölüyorum.



Not: Alıntılar Küçük İskender'in "Bir Nedeni Yok Yalnızca Öptüm" adlı eserine aittir. (Lütfen okuyunuz.)