Sabahın ilk sularında evden çıktı Salih. Zaten sabaha kadar da uyumamıştı. Birbiriyle alakası olmayan hatta çoğu dışardan birine anlatılmayacak, saçma kabul edilecek bir sürü şey düşünmüştü. Yaklaşık iki aydır işsizdi. Yapılan haksızlıklara tahammül edemeyip patronuna rest çekmiş, kapıyı vurup çıkmıştı. Annesi her zamanki gibi oğlunun arkasında durmuştu. 

İşsizliğin ilk günlerinde uzun zamandır vakit ayıramadığı arkadaşlarıyla görüştü. Şöyle gülüp eğlendiği, vaktin nasıl geçtiğini anlamadığı bir dost meclisine hasret kalmıştı. Kıyıya köşeye bir miktar para koymuş olmanın rahatlığıyla bir gün balıkçıda rakı tokuşturuyor, diğer gün bir ormanda mangal keyfi yapıyordu. Çalıştığı günlerin stresinden, gerginliğinden eser kalmamıştı fakat kenara koyduğu para da yavaş yavaş suyunu çekmeye başlamıştı. Annesi de onu kırmadan bir iş bulması için ufak dokundurmalarda bulunuyordu. Aslında bir süre çalışmak istemiyordu. Yaşı henüz genç olmasına rağmen kendini yorgun hissediyordu. Hayatın erken yorduğu insanlardandı Salih. Küçük yaşta babasını kaybetmişti. Aynı zamanda ailenin tek çocuğu olmanın sorumlulukları binmişti sırtına. Annesi hep oğlunun iyi bir üniversitede okumasının hayalini kurmuştu. Oysa Salih erkenden hayata atılması gerektiğini farkındaydı. Pek çok işte çalışmıştı bugüne kadar. Tezgahtarlık da yapmıştı, garsonluk da. Taksilerde direksiyon sallamışlığı da vardı, sokaklarda broşür dağıtmışlığı da. Hiçbir işi yapmaktan gocunmazdı ama son zamanlarda bir tükenmişlik hissediyordu. En sonunda üzerinde hissettiği baskıya dayanamadı ve tekrar iş aramaya koyuldu. Sokak sokak geziyor, iş ilanı gördüğü her kapıyı çalıyordu. Ne yazık ki gittiği yerlerden “biz size döneriz”den öte bir cevap almamıştı. 

Bu sabah da yine aynı umutla çıkmıştı evden. Önce kahveye gidip tanıdıklara danışacaktı. Oturup birkaç bardak çay içecek sonra dışarıda bir sigara yakacak ve kendisine bir ekmek kapısı arayacaktı. 

Kahveye gittiğinde daima orada gördüğü simalarla karşılaştı. Emekli olup evde duramayan amcalar, sürekli başını belaya sokan serseri gençler, işe gitmek için minibüs veya servis saatini bekleyenler... İçeriye girerken yarım ağızla ortaya selam verip boş bir masaya geçti. Elindeki boş tepsiyle çay ocağına giden kahveciye seslendi. 

“Yücel Abi bir çay versene.”

“Hemen getiriyorum yeğenim.”

İhtiyar kahveci Salih’in yaşlarındaki herkese yeğenim diye hitap ederdi. Fakat o kadar içten söylerdi ki Salih; bu kısa boylu, göbekli, sempatik adamı öz amcası gibi görürdü. Yine de yılların verdiği alışkanlıkla Yücel Abi derdi.

İçerideki çoğu kişi televizyondaki sabah haberlerine dalmıştı. Gündem yine her zamanki gibi yoğundu. Birbiriyle didişen politikacılar, korkunç trafik kazaları, kadın cinayetleri, bir türlü düzelmeyen ekonomi… Salih bunlara aldırış etmeden önündeki gazeteyi alıp iş ilanlarının olduğu sayfayı açtı. Birinin adresi çok uzaktı, diğerini yapabileceğini düşünmüyordu, ötekini kendine yakıştıramadı. Belki de başvurmamak için her birine bir kulp takıyordu. Birden altta diğerlerinden farklı bir ilan takıldı gözüne. Kırmızı renkle, dikkat çekici bir biçimde “DENEK ARANIYOR!” yazıyordu. Başlığın altında da “Hiçbir zararı olmayan deneyimize katılımcılar arıyoruz,” şeklinde ufak bir not düşülmüştü. Bir de iletişim için bir adres bırakılmıştı. Deneyin içeriği hakkında ise hiçbir bilgi verilmemişti. Salih hiçbir anlam veremedi bu duruma. Bu deneyin konusu neydi? 

Deney kelimesini görünce aklına fareler geldi. Deney faresi tabiri o kadar yaygınlaşmıştı ki bunu düşünmeden edemezdi herhalde. Deneyler ve fareler… Fareler ve insanlar… Her şey, başka bir şeyi çağrıştırıyordu. Şimdi de çocukluğunda annesinin hediye ettiği aynı isimli kitaba gitmişti aklı. George ve Lennie’nin macerasını hatırlamıştı. Sonunda hüngür hüngür ağladığını anımsamıştı. Lennie’nin ölümü epey dokunmuştu ona. Hele ki Lennie’yi George’un öldürdüğünü okuyunca yazara büyük bir öfke duymuştu. 

İlandaki adresi telefonuna not alıp çayın parasını kenara bıraktı ve çıktı. “Ne olacak canım,” dedi kendi kendine. Muhtemelen ya yeni çıkan bir zayıflama ilacını deneyeceklerdi üzerinde ya da bir kozmetik ürününü. İşkence edecek halleri yoktu. Hem kabul etmek zorunda değildi ki. En azından sormuş olurdu. 

Yaklaşık kırk beş dakika sonra verilen adrese varmıştı. İçinde avukat bürolarının, diş muayenehanelerinin, sigorta şirketlerinin olduğu büyük bir plazaydı burası. Eskiden bu plazaların yerini iş hanları doldururdu. İş hanlarının kendine has mimarileri vardı ama kabul etmek gerek ki bu modern yapılara göre daha pis, köhne ve karanlık yerlerdi. Genellikle zemin katlarında dönerciler, berberler, ikinci el telefon satan ufak dükkanlar ve buna benzer mekanlar bulunuyordu. İçinde ve etrafında elinde sigarayla bağıran, küfreden, gelene geçene pis pis bakışlar atan kılıksız adamlar olurdu. 

İlanda yazıldığı gibi üçüncü kata çıktı ve on beş numaralı kapının zilini çaldı. Biraz bekledikten sonra içerdekilerin duymadığını düşünüp tekrar bastı. Bir müddet daha süren bekleyişin ardından içerde kimsenin olmadığına kanaat getirip gitmeye karar verdi. Tam merdivenlerden inerken arkasından kapının açıldığını fark etti. Uzun boylu, doktor önlüklü bir kadın arkasından seslendi. 

“Buyurun beyefendi.”

“Şey… Ben gazetedeki ilanı gördüm de… Doğru geldim değil mi?”

Kapı bir anda açılınca ne diyeceğini şaşırmıştı. Ayrıca kapıyı bir kadının açacağını düşünmemişti. 

“Evet evet, lütfen içeri geçin.”

Kadının talimatına bir asker gibi uydu ve onun arkasından içeri girdi. Salih içerde bir laboratuvarla karşılaşacağını umuyordu. Oysa burada onlarca kitap ve yığınla dosya vardı. Etrafa göz gezdirirken kadın onu ofisine yönlendirdi. Kendisi de masasının başına geçti. 

“Pardon, adınız neydi acaba?”

“Salih.”

“Hoş geldiniz Salih Bey. Ben de Zehra. Eminim buraya kafanızda koca bir belirsizlikle gelmişsinizdir. Şu anda bile biraz gergin görünüyorsunuz.”

Salih o ana kadar gergin olduğunu farkında değildi. Gerçekten de binaya girdiğinden itibaren terlemeye başlamıştı ve oturduğundan beri de sağ bacağı sallanıyordu. Karşısındaki kadın ise oldukça rahattı.

“Merak etmeyin. Deneyimiz öyle filmlerde gördüğünüz kimyasal ürünlerle ya da herhangi zararlı maddelerle yapılan deneylerden değil. Yalnızca basit ve hiçbir zararı olmayan psikolojik bir test.”

Bunu duyunca içi biraz rahatlamıştı aslında. Korktuğu gibi bir şey yoktu ortada. “Benim psikolojim sapasağlamdır evelallah,” dedi içinden. Babasını kaybetmişti, sevdiği kadın tarafından aldatılmıştı, çok güvendiği bir arkadaşı onu dolandırıp kaçmıştı. Yine de hayata küsmemiş, dimdik ayakta durmuştu. Bunca şeye karşı bile yenilmemişken uyduruk kıytırık bir deney ona ne yapabilirdi ki. Sahi neydi bu deney? Hala konusuna dair bir şey öğrenmemişti. 

“Şey… Bu deneyin içeriği nedir Zehra Hanım?”

“Çok güzel bir soru. Ne yazık ki bu sorununun cevabı henüz belli değil. Projemizin başında Mehmet Bey var fakat maalesef kendisi şu anda burada değil. Yoksa mutlaka sizi tanıştırırdım. Kendisi çok titizdir. Deney başlamadan uygun kişinin bulunmasını istedi.

“Anlamadım, ben şu anda tam olarak ne yapacağım?” 

“Eğer kabul ederseniz şu anda yapmanız gereken tek şey beklemek. Biz size gerekli bilgilendirmeyi yapacağız. Tabii sizi mağdur etmemek adına bugünden itibaren ödeme yapmaya da başlayacağız. Başlangıç için yedi bin lira alacaksınız. Deney ilerledikçe alacağınız miktar da artacak.”

Salih bu defa iyice heyecanlanmıştı. Bu teklif düşündüğünden daha iyi bir teklifti. Her ne kadar bu belirsizlik canını sıksa da kendine güveniyordu. Kabul edecekti. Eğer canını sıkan bir durum olursa her zaman olduğu gibi ceketini alır giderdi. Her şey onun için bu kadar basit ve netti. 

“Evet Salih Bey, kararınız nedir?”

“Ben, teklifinizi kabul ediyorum.”

“Çok sevindim. Emin olun çok doğru bir karar verdiniz. Şimdi birkaç form doldurmanız gerekecek. Öyle her iş yerinde doldurduğunuz formlardan.”

Kadının elindeki formu alıp hızlıca inceledi. Dediği gibi her iş başvurusunda doldurulan formlardandı. Adı, eğitim durumu, daha önce çalıştığı yerler, ailesiyle ilgili sorular, sağlık durumu, iletişim bilgileri… Tüm maddeleri bir çırpıda doldurdu. Tekrar hızlıca bir göz gezdirdikten sonra kestane rengi saçlarını arkada toplamış muhtemelen otuzunun ortalarında olan kadına uzattı. İçeri girdiğinden beri ilk kez kadına dikkatle bakıyordu. Gayet güzeldi. Bu özgüvenli ve kendinden emin tavrında güzelliğinin de etkisi olabileceğini düşündü. 

“Buyurun. Başka bir şey yok sanırım.”

“Küçük bir şey daha rica edeceğim sizden. Bu deney Mehmet Bey için çok hassas ve ciddi bir konu. Bu yüzden bizi yarı yolda bırakmamanız adına bir yıl boyunca deneye devam edeceğinizi gösteren bu belgeyi imzalamanızı isteyeceğim.”

Anlaşılan her şey o kadar basit değildi. Böyle bir hamle beklemiyordu. Bir yıl boyunca bir deneyin parçası olmak… Hem de ne olduğunu bile bilmediği bir deney. Bir yandan da şüphelenmeye başladı. Acaba farkında olmadan saçma sapan bir şeyin içine mi çekiliyordu?

“Bakın Salih Bey, gerçekten endişelenmenize gerek yok. Bunu yalnızca ufak bir tedbir olarak yapıyoruz. Yoksa herhangi bir sorun yaşamayacağımıza emin olabilirsiniz. Ben de Mehmet Bey de psikoloji alanında yüksek derecede eğitim aldık. Eğer daha iyi hissedecekseniz tüm diplomalarımızı ve belgelerimizi gösterebilirim size. Bu süreçte sürekli yanınızda olacağız ve en ufak problemde yardım edeceğiz. İçiniz rahat olsun.” 

Salih’in kafası biraz karışmıştı ama kadının söyledikleri de mantıklı gelmişti. Bir yıl o kadar da uzun bir süre değildi. Herhalde dayanabilirdi. Neye dayanacaktı, bir de onu bilseydi…

“Madem öyle diyorsunuz, peki.”

Kadın masanın yanındaki dolabın çekmecesini açtı ve bir zarf çıkardı. Zarfı Salih’e uzattı. 

“Anlaştığımıza çok sevindim Salih Bey. Buyurun bu avansınız. Burada tam üç bin lira var. Güvenilirliğimizin göstergesi olarak kabul edin lütfen. Ya da en azından ödeme konusunda sorun yaşamayacağınızın göstergesi olarak.”

Salih, kadının elindeki zarfı alıp el sıkıştıktan sonra kalktı. Her şey çok hızlı biçimde yaşanmış, bir anda kendini garip bir şeyin içinde bulmuştu. Yolda, verdiği kararın doğru olup olmadığını düşündü. “Bu işin içinde bir bit yeniği olabilir mi?” diye geçirdi içinden. Sonra fazla karamsar olduğunu fark etti. En iyisi fazla düşünmeyip akışına bırakmaktı. Annesini mutlu etmek için yolda bir markete uğrayıp bir sürü şey aldı. Eve geldiğinde annesi onu kapıda karşıladı. 

“Hoş geldin aslan oğlum.” 

“Hoş bulduk anaların gülü. Nasılsın bakalım?”

“Ben iyiyim oğlum da bu elindekiler ne böyle. Ne gerek vardı bunca şeye. İşin yok gücün yok. Ne diye bunca masraf ettin?”

Salih, bu deney meselesini annesine anlatıp anlatmamak konusunda tereddüt etti ama annesinin aklına türlü türlü şeyler getireceğini düşünerek vazgeçti. Annesine yalan söylemek pek adeti değildi ama başka çaresi de yoktu.

“Merak etme anne, iş buldum. Onun için yaptım bu alışverişi. Ragıp Amca sağ olsun bir arkadaşının mağazasında kasiyer olarak işe soktu.”

“Ay çok sevindim oğlum, hadi hayırlı olsun. Sen geç şöyle, ben de sofrayı kurayım.”

İlk günü böyle atlatmıştı. Gece uyumadan önce istemsizce bu konuyu düşünmeye devam etti. Verilen ücret çok iyiydi. Üstelik bu sadece başlangıç içindi. Deneyin konusunu da birkaç gün içerisinde haber verirlerdi. İnşaatta çimento taşımak ya da bir dükkanın kasasında açıkların peşinde koşmak kadar zor değildi herhalde. Sonunda “Hayırlısı neyse o olsun,” gibi geleneksel cümlelerin arkasına sığınıp uykuya daldı. 

Ertesi gün erkenden uyandı ve işe gidiyormuş gibi hazırlanıp çıktı. İlk durağı yine kahve oldu. Birkaç arkadaşına rastlayıp selam verdi. Arkadaşları ona iş bulup bulamadığını sordular. Deney konusunu onlara da açmak istemedi. Adı kadar emindi ki saçma sapan şakalar yapacak, onunla dalga geçeceklerdi. Hatta deney faresi diye lakap bile takabilirlerdi. Bir yerden haber beklediğini söyledi.

Kahvede vaktin geçmeyeceğini anlayınca kendini yollara vurdu. Akşama kadar bir yerlerde oyalanması gerekiyordu. Sahile gidip deniz kenarında uzun uzun yürüdü. Yapacak bir şey yoktu. Bir süre bekleyecekti. Eve de gidemezdi. Annesi hemen anlardı bir şey olduğunu. Akşama kadar ortalıkta gezdikten sonra normal bir şekilde işten dönüyormuş gibi eve geldi. Annesinin “Nasıl geçti oğlum?” sorusuna “İyiydi anne, çok yorulmadım,” diye cevap verdi. 

Birkaç gün daha böyle geçti. Mahalledeki arkadaşlarının sıkıştırmalarına dayanamayıp onlara da annesine söylediği yalanı söyledi. Artık sabahları kahveye uğramadan kendini uzaklara atıyordu. Bir gün Eminönü’ne gidip çarşılarda dolaşıyor, başka bir gün Üsküdar’daki yokuşları tırmanıyordu. “Madem akşama kadar yapacak bir şeyim yok, bari İstanbul’un güzelliklerine doyayım,” diye düşünmüştü. Yalnız bir yerden sonra bundan da sıkılmıştı. Zehra Hanım’dan hala bir ses seda çıkmamıştı. Aradan neredeyse bir ay geçmişti. Bütün gün avare avare dolaştığı yetmiyormuş gibi bu belirsizlik geceleri kara kara düşündürüp beynini kemiriyordu. Sonunda Zehra Hanım’ın ofisine tekrar gitmeye karar verdi. 

Zehra Hanım, onu yine güler yüzle karşıladı. Salih geçen seferkine göre daha gergindi. Konuya nasıl gireceğini bilmiyordu. Aslında o bir şey demeden kadının açıklama yapması gerekiyordu. “Kusura bakmayın Salih Bey, sizi arayıp soramadık, düşüncesizlik ettik, lütfen bizi bağışlayın,” demeliydi. Mahcup hissetmeliydi. En azından böyle rahat davranmamalı, pişkin pişkin gülmemeliydi. 

“Evet Salih Bey, sizi dinliyorum.”

“Iıı… Ben şey için geldim Zehra Hanım. Siz haber vereceğinizi söylemiştiniz. Sizden ses çıkmayınca bir sorun olduğunu düşündüm. Yani kısa süre içinde döneceğinizi belirtmiştiniz.”

Bir anda kendisine sinirlendi. Ne olurdu şu “şey” kelimesini kullanmasaydı… Aptal gibi hissediyordu böyle yapınca. Niye bir türlü kendini ifade edemiyordu. Evdeki vazoyu kırıp annesinden saklamaya çalışan küçük bir çocuk gibi. 

“Haklısınız Salih Bey fakat Mehmet Bey’in önemli işleri çıktı. Yurt dışına gitmesi gerekti. Yalnız araştırmalarımız devam ediyor. Bu kadar uzun sürmesinin tek nedeni sizin için en uygun deneyi arıyor olmamız. Tamamen sizi düşünüyoruz.”

“İyi de ben daha ne kadar bekleyeceğim? O kadar belirsiz konuşuyorsunuz ki… En azından bana net bir zaman dilimi verin.” 

“İnanın bu konuda kesin bir şey söyleyemem ama yakında her şeyin netleşeceğinden emin olabilirsiniz.”

Bunu söyledikten sonra geçen seferki dolabın çekmecesini açıp yeni bir zarf çıkardı. Karşısındaki adama uzattı. 

“Buyurun, bu ayki geri kalan ücretiniz.”

Kadın bu hareketiyle sanki Salih’i başından savıyordu. Salih, beklediği hiçbir şeyi almadan geçen seferkinden farksız bir halde ayrıldı.  Elinde bir zarf, kafasında soru işaretleri, içinde can sıkıntısı… 

Bu deney meselesini saklayıp etrafındaki insanlara yalan söylemekten de usanmıştı. Artık durumu birine anlatmak, her şeyi açıklamak istiyordu. Bir gün dayanamadı ve çok güvendiği çocukluk arkadaşı Onur’u aradı. Bir kafede buluşmak için sözleştiler. 

Onur geldiğinde olan biten her şeyi heyecanla baştan aşağı anlatmaya başladı Salih. İş ilanını, deneyi, ofisi, Zehra Hanım’ı, zarfı… Onur dikkatle arkadaşını dinledi. Zaten her zaman iyi bir dinleyici olmuştu. Anlatmayı bitirdiğinde arkadaşının tepkisini ölçmek için dikkatle ona baktı. Şaşırmıştı. 

“Eh be oğlum, nasıl bir işin içine girmişsin. Hiç mi işkillenmedin? Yani ne desem bilmiyorum.”

“Allah aşkına sen yapma bari. Bir tek sana güvenip anlattım. Sen de böyle üstüme gelme.”

“Tamam tamam, kusura bakma.”

“İşin garip tarafı da ne biliyor musun? Şu anda oturduğum yerden mis gibi paramı alıyorum. Her şey tıkırında ama o kadar huzursuz hissediyorum ki anlatamam.”

“Bak seni daha da huzursuz etmek istemem ama ben tam senin durumuna benzeyen bir film izlemiştim. Filmde yirmi altı adam bir deney için gardiyan ve mahkum rollerine giriyordu. Cezaevi tarzında tasarlanmış bir binada rollerinin gerektirdiği şeyleri yapıyorlardı. Zaman geçtikçe herkes iyice rolüne büründü. Gardiyan rolündekiler, mahkum rolündekilere şiddet uygulamaya başladı. Mahkum rolündekiler isyan edip saldırgan tavırlar takındılar. Derken işler iyice çığrından çıktı. Hatta işi birbirlerini öldürmeye kadar götürdüler.” 

Onur’un anlattıkları Salih’i çok etkiledi. İyice beti benzi attı. Ne saçma sapan bir şeydi bu. Ne diye böyle anlamsız bir film çekmişlerdi ki. Arkadaşıyla dertleşmek isterken şimdi iyice asabı bozuldu. Hatta bunu anlattığı için içinden Onur’a kızdı. 

“Sağ ol ya. İçimi öyle rahatlattın ki inanamazsın. Ağzından bal damlıyor vallahi.”

“İyiliğin için anlattım oğlum bunu. Bir an önce kurtul diye. Orada da seninle konuşan kadın gibi kibar ve hoş bir kadın vardı ama bak sonunda ne oldu…”

“Birincisi; istesem de kurtulamam, bir yıl boyunca ayrılmayacağıma dair imza attım. İkincisi; benim durumumu aptalca bir film üzerinden değerlendirmek çok saçma. Alt tarafı film. Hem gerçek hayatta böyle bir şey olması imkansız. Herkes yalandan rolünü yapar, deneyin süresi bittiğinde de parasını alıp yoluna bakar.”

“Yalnız…”

“Yalnız, ne?”

“Neyse boş ver.”

Bir süre daha bu konuda tartıştılar. Sonra başka şeylerden konuştular. Çocukluk anılarından bahsettiler. Tabii Salih’in kafası sürekli bu deney işindeydi. Akşam eve gittiğinde bir şey yemedi. Yalnızca yatağına uzanıp gözlerini tavana dikti ve düşündü. Onur’la konuşmak da iyi gelmemişti. Hatta konuşmasa daha iyi olacaktı belki. 

Yine sabah olmuş, yine hazırlanıp olmayan işine gitmek için evden çıkmıştı. Kendini her gün daha kötü hissediyordu. Artık bir şeyin olması gerekiyordu. Farkında olmadan kendi kendine konuşmaya başladı. 

“Ne olursa olsun ama artık bir şey olsun. Bıktım böyle suçlu gibi evimden, mahallemden kaçmaktan. Ne diye imzaladım o kağıdı. Kaç gün oldu be. Ne yapıyorlar anlamıyorum ki. Beni öldürmek için planlar mı kuruyorlar. Neyin testiymiş, ne deneyiymiş, bir türlü karar veremediler. Yok Mehmet Bey çok titizmiş, yok önemli işleri varmış. Yemişim onun işini. Biz de insanız be kardeşim. Paramızı veriyorsun diye böyle oyalamaya ne hakkın var? Bu defa gittiğimde o kadınla hiç muhatap olmayacağım. Şu Mehmet denilen herif her kimse çağıracağım, ağzıma ne gelirse söyleyeceğim. Ayıp be. Biz de çoluk çocuk değiliz sonuçta. Artık deneyin ne olduğunu da umursamıyorum. Yeter ki çağırsınlar, desinler ki sizinle şöyle şöyle bir şey yapacağız. Ben de diyeyim ki eyvallah. Sabah gideyim, ne yapıyorlarsa yapsınlar. Akşam da tekrar evime döneyim.”

Söylendikçe sinirleniyordu. Biraz yorulunca ilerdeki parka gidip bir banka oturdu. Telefonunu çıkarıp biraz oyalandı. Sonra aklına Onur’un anlattığı film takıldı. İnternete filmin adını yazıp arattı. Öyle bir şey gördü ki tüyleri diken diken oldu. Meğer Onur’un anlattığı filmdeki deney 1971’de gerçekten yapılmış. Filmdeki her şey aslında birebir yaşanmış. Demek Onur, “Yalnız…” diye başlayıp devam ettirmediği cümlenin devamında bunu söyleyecekti. 

Günler artık çok daha ağır, çok daha zor geçiyordu Salih için. Geceleri uyuyamıyordu. İnternette insanlara yapılan psikolojik deneyleri araştırıyordu. Bir tanesinde insanları bir soğutucuya kapatıyorlar ve soğutucunun içindeki insanların bir kısmı donarak ölüyorlar. Oysa soğutucular hiçbir zaman çalıştırılmıyor. Başka bir deneyde idam mahkumu bir adama, ailesine iyi bir para verilmesi karşılığında bir deney yapıyorlar. Adama üç kez bir zehri enjekte edeceklerini; birincisinde uyuşacağını, ikincisinde felç geçireceğini, üçüncüsünde ise öleceğini söylüyorlar. Adam bunu kabul edince tek tek uyguluyorlar. Her aşamada söyledikleri gerçekleşiyor ve adam sonunda ölüyor. Tabii şırıngaların içinde zehir falan yok. Adama enjekte edilen şey sadece su. 

Salih korkuyordu. Hiç korkmadığı kadar korkuyordu. Ne yapacaklardı kendisine? Nasıl bir oyun oynayacaklardı? Neredeyse bir ay daha geçmişti. Ne zaman arayacaklardı kendisini? Bir şeyle uğraşmadıkça bir meşguliyeti olmadığı sürece aklından geçen tek şey buydu. artık biri seslendiğinde duymuyor, biriyle konuşurken sürekli dikkati dağılıyor, karşısındakine “Hıı, ne, efendim,” diye cevap veriyordu. 

Kendinde olmadığı bu günlerden birinin akşamında eve geldiğinde annesi onu çok sinirli karşıladı. Oğlunu görür görmez “Hoş geldin,” bile demeden “Çabuk salona gel, bir şey konuşacağız,” diye çıkıştı.  Ne olduğunu anlamamıştı. Annesinin arkasından salona geçti. 

“Hayırdır anneciğim, ne bu sinir?”

“Bugün pazarda Ragıp amcanla karşılaştım. Sana iş bulduğu için teşekkür etmek istedim. Bana ne dedi biliyor musun? Ne işi, dedi. Bön bön yüzüme baktı adam. Kaç aydır yüzünü bile görmemiş. Salih… Ne işler çeviriyorsun oğlum sen? Kaç gündür halin tavrın da değişti. Ruh gibi dolaşıyorsun yavrucuğum. Allah aşkına korkutma beni. Bir sen varsın yanımda…”

“Anneciğim vallahi düşündüğün gibi bir şey değil. Ben bir iş buldum ama sana anlatamadım. Biraz değişik bir iş. Kafanda bir şeyler kurma diye… Bak, söz veriyorum en yakın zamanda olan biteni anlatacağım. Ne olur bana güven.”

Kadın bu defa ağlamaya başladı. Aklına kim bilir neler gelmişti. Bu iş böyle olmayacaktı. Sabah ilk iş gidip o kadınla konuşmak ve bu deney işinden vazgeçtiğini söylemekti.

Merdivenleri koşarak çıktı, kapıyı yumruklayarak çaldı. Zehra Hanım kendinden hiç taviz vermeden aynı sakinliğiyle kapıyı açtı, Salih’i ofisine buyur etti. Salih pimi çekilmiş bomba gibiydi. 

“Bakın Zehra Hanım bu işi iyice çocuk oyununa çevirdiniz. Her gün sizden gelecek telefonu beklemekten bıktım, usandım. Nasıl öldürüleceğini bilmeyen bir idam mahkumu gibi hissediyorum kendimi. Ben bu işten vazgeçtim. Bugüne kadar ödediğiniz ücreti de iade edeceğim. Artık bir dakika bile bu işin içinde olmak istemiyorum.”

“Lütfen sakin olun Salih Bey. Sizi çok iyi anlıyorum ancak söylediklerimden sonra siz de bana hak vereceksiniz. Mehmet Bey ciddi bir rahatsızlık geçirdi. Hâlâ hastanede. Onun iyileşmesini bekliyoruz.”

“Bu Mehmet Bey her kimse beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Zaten var olup olmadığı bile belli değil. Alın paranızı da deneyinizi de başınıza çalın. Ben bu işte yokum.”

“Madem kararlısınız, öyle olsun. O halde anlaşmayı feshettiğiniz takdirde ödemeniz gereken beş yüz bin lirayı sizden talep etmek zorundayım.”

“Beş yüz bin lira mı?”

Salih o belgeyi imzalarken hiç okumamıştı. Kadının masum ve etkileyici konuşmasına kanıp imzalayıvermişti. Şimdi ne olacaktı? İyice çıkmaza girmişti. Kendini daha önce hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti. Annesinin ağlaması, günlerden beri süren uykusuzluğu, kafasında kurduğu senaryolar...

Malum çekmece yine açıldı. İçinden bu defa iki zarf çıktı. Diğerlerinden daha kalın iki zarf… 

“Burada toplam on altı bin lira var Salih Bey. Bu ayki ve önümüzdeki ayın ücreti. Benim size tavsiyem bir hobi edinin. Bu bekleme sürecini olabildiğince dolu geçirin. Bir şeylerle uğraşın.”

“Kafamın içindeki kocaman belirsizlikle mi?”

“Maalesef bundan fazlası gelmiyor elimden. Keşke daha fazla yardımcı olabilsem. Belki de bu kadar düşünmemelisiniz.”

Kamburu çıkmış yaşlı bir adam gibi ağır hareketlerle kalktı, zarfları ceketinin iç cebine koyup çıktı. Hiçbir şey yapmaya mecali yoktu. Annesi bir işi olmadığını bildiğine göre gönül rahatlığıyla evine gidebilirdi. 

Sabahları çıkıp sokaklarda sürtmesine gerek yoktu artık. Evden çıkmıyordu. Annesine olan biteni de anlatmıyordu. Bir yerlere dalıp gidiyor ve olabildiğine susuyordu. Bir işe girdiği yalanı ortaya çıkınca hakkında dedikodular da yayılmıştı. Uyuşturucuya başladı diyenler olmuştu, tefeciye borçlandı diyenler çıkmıştı… Yaşamak eylemi daha önce hiç bu kadar güç gelmemişti Salih’e. Bir anda hayatı altüst olmuştu. 

Bir ayı daha arkasında bırakmıştı. Nasıl geçtiğini yalnızca kendisinin bileceği, işkence dolu bir ay. Sabrı kalmamıştı. Psikolojik deney videoları izlemekten kafayı yemişti. Onun bu haline şahit olan annesi de derdinden hastalanıp hastaneye yatırılmıştı. Bütün bunlara tahammül edemeyeceğini anlayan Salih, kararını verdi. Sürüne sürüne evin salonundaki sandığa yöneldi. En son çocukken gördüğü dedesinden kalma silahı çıkarıp çenesine dayadı. Sol elinin işaret parmağıyla tetiği çekti.

Sabahın ilk sularında evden çıktı Zehra Hanım. Arabasını otoparka bırakıp elindeki dosyayla yukarı çıktı. Kapıyı açıp içeri girdi. 

“Günaydın Mehmet Hocam.”

“Günaydın Zehra. Dosya tamam mı?”

“Tamamdır hocam.”

“Bu denek ne kadar dayandı?”

“Üç ay, beş gün, on dokuz saat. Evde dedesinden kalma bir silahla intihar etmiş. Son günlerde aşırı suskun ve ürkekmiş. Dışarı çıktığı nadir zamanlarda aşırı depresif reaksiyonlar verdiğini gözlemledik. İlk günlerde bunun aksine gününün çoğunu dışarıda geçiriyordu. Yavaş yavaş sosyal hayattan soyutlandı. İkinci evrede saldırgan bir tutum sergiledi. Yapılan incelemelerde telefonunun arama geçmişinde psikolojik deneylerle alakalı bir sürü şey araştırdığı ortaya çıkmış. Ayrıca bir deftere de bununla ilgili notlar alıyormuş. Anlayacağınız bu deneyi hayatının merkezine koymuş ve saplantı haline getirmiş. Oysa deneyin içinde olduğunu farkına bile varmamış.”

Mehmet Bey tüm detayları dinledikten sonra dosyayı alıp sayfalarını karıştırdı. Bir müddet inceledikten sonra arkasındaki raflarda duran diğer dosyaların arasına sıkıştırdı. Muhtemelen o, dosyayı yerleştirirken birileri de Salih’in kendisini mezarına yerleştiriyordu. Büyük ihtimalle aralarında ağlayanlar vardı. O ağlayanlardan biri de ihtiyar kahveci Yücel amcaydı. Mezarın başında duasını edecek, sonra da gidip kahvesini açacaktı. Ocağın altını yakıp suyun kaynamasını beklerken tezgahın üzerinde duran gazeteleri masalara dağıtacaktı. O gazetelerin ilk sayfasında da kırmızı renkle dikkat çekici bir biçimde “DENEK ARANIYOR!” yazacaktı.