Şehri tanımıyordu, tanımak ister miydi? Bunu düşünmek istemedi. Düşünmek demek devam etmekti çünkü ona göre. Deniz, devam etmek istemiyordu. Ona göre kafiydi yaşadıkları. Fazlasında gözü yoktu. O göreceğini görmüş, hayattan yiyeceği silleyi yemişti. Kendini acındırmak istemiyordu fakat üzülmüştü de. Onu görenler de üzülüyordu hâline. Acıyarak bakıyorlardı hatta.
Deniz kötü bir kadın değildi fakat imkânı olsa hepsinin gözlerini oymak isterdi. Kendince haklı bir isyandı. Düşünüyordu bazen. Onu bu hâle getiren şey neydi? Nelerdi?
Kendi kendine ”Her şeyin suçlusu sen ve hastalıklı zihnin.” diyordu bazen. Doğru muydu bu? Gerçek miydi tüm yaşadıkları? Emin olamıyordu artık. Zihni sıkılıyor olabilir, oyun oynamak istiyor olabilirdi.
Tabelalarından yol çizdiği, bilmediği bir şehirdeydi şimdi. Adını aldığı denizin kıyısında yer bulmuştu kendine. Kendi şehrinde yapamazdı bunu. Çok seveni olmasa da kendi şehrindeki arkadaşlarının denize küsmesine izin veremezdi. Başına gelenler de hep bu yüzdendi ya zaten. İyi niyetinden.
Kıyıya oturmadan önce on beş yaşlarındaki esmer simitçi çocuktan aldığı simidi parça parça yiyordu. Bir şişe de su almıştı. Sanki kısa bir süre sonra suya doymayacakmış gibi.
İnsan böyleydi işte. Sonuna giden yolda yürürken bile yol kenarında yeşeren çiçeklere gülümserdi. Belki de koklardı. Kokladığı çiçekten daha az yaşayacağını bile bile. Saflık, salaklıktı bir çoğuna göre. Bir çoğuna göre de son bir umut.
Nokta koymaya karar verildiyse umut yazılmış, silinmiş, vazgeçilmiş bir kelimeden ibaretti.
Umut diye düşündü Deniz.
Koyu kestane saçlarının arasında dans eden rüzgârdı belki de umut. Masmavi gözlerindeki denizin yansımasıydı belki de. Elinde tuttuğu simit, para üstünü almadığında esmer çocuğun çatlamış dudaklarında açan mahcup gülümsemeydi belki de.
Deniz’in aldığı her bir nefes umuttu.
Çocuk değildi ama artık Deniz. Umuda bel bağlayamazdı. Yıllarca umut etmişti de ne olmuştu? Kalbi kırıklarla doluydu. Üstelik hiçbir yarası da kabuk bağlamıyordu. Kaşıyordu, ondan da olabilirdi fakat buna takılmıyordu. Sonuca odaklanıyordu daha çok. Kalbi düzelmiyordu işte, çok uğraşmıştı ama olmuyordu.
Yoksa o da seviyordu her sabah uyandığında bir fincan kahve içmeyi. Bilgisayarının başına geçip işlerini yaparken arkada çalan müziğe eşlik etmeyi. Karşı komşusunun yavru köpeğine bakmayı da seviyordu, asansör kapısını üst kattaki yaşlı çifte açmayı da.
”Şu an vazgeçsem” diye düşündü Deniz.
Aklına doluştu hemen kötü anılar. Kurtulamadığı düşünceleri kollarından yakalayıp zorla karanlığa çekiyordu sanki. Çığlık çığlığa bağırıyordu da neden kimse duymuyordu?
“Kendini mi atacaksın?” diye bir soru yöneltti boğuk bir ses. Deniz omzunun üzerinden yanında oturan adama baktı bir süre. Bu nereden çıktı diye düşündü kendi kendine. Mavi bakışları önündeki dalgalı denize döndü.
“Evet,” dedi Deniz. Sesi hoşnut çıkmamıştı. Bu durumdan da hoşlanmamıştı zaten. Ne zaman gelip yanına oturduğunu bile anlamamıştı. Kafası o kadar dağınıktı.
Genç adam kucağındaki mersedes güllerini, ismini bile bilmediği kadının kucağına bıraktı. Genç adam çiçeğin anlamını belki bilmiyordu ama Deniz çok iyi biliyordu. Gülümsedi bu duruma.
Derinlerde hissedilen üzüntüyü temsil ederdi mersedes gülleri. Bu dünyadan göçmeden önce alabileceği en anlamlı hediye buydu. Genç adam Deniz’in ne için gülümsediğini anlayamamıştı.
“Bora,” dedi genç adam. Kendini ölecek olan birine tanıtmak ne kadar mantıklıydı emin değildi. Deniz ona dönüp bir süre inceledi. Kendinden büyük olduğu belliydi, gözlerinin kenarları kırışıktı. Saçları üç numaraydı, gözleri soluk maviydi, gri gibiydi.
Hayat ona neşe getiriyor muydu acaba?
“Deniz.” dedi yorgun bir sesle. Yorgun değildi aslında. Ölmeye karar vermeden önce yeterince uyumuş, güzel de bir rüya görmüştü. Uyanmıştı sonra rüyasından eser kalmamıştı. Şimdi de hatırlamıyordu zaten.
“Neden buradasın?” diye sordu Deniz. Bora bir süre dalgalı denizi, kasvetli gökyüzünü izledi. O kendini öldürmeyecekti. O kadar yürekli bir adam değildi fakat belki ayağım takılır diye düşünmüştü. Deniz’in yanında duran hiç açılmamış su şişesine uzanıp kapağını açtı. Deniz onu çatık kaşlarla izlerken Bora, büyük bir yudum almıştı sudan. İçi yanıyordu.
“Bilmiyorum.” dedi Bora yutkunurken. Buraya elinde anlamını bile bilmediği güllerle gelirken hayata karşı biraz da olsa inancı vardı. Hayatını adadığı kadın tarafından yetersiz olmakla suçlanıp terk edilene kadar yüzü de gülüyordu.
“Sen neden buradasın?” Bora’nın sorusu Deniz’i gülümsetti. Birkaç dakika önce atlayacağını söylemişti hâlbuki. Bora’yı kovmak isteyip istemediğini düşündü bir süre. Yanında kanlı canlı biri otururken bunu yapabilecek olup olmadığını düşündü. “Atlayacağım dedim ya.” dedi Deniz küçük bir çocuğa açıklar gibi.
Bora da gülümsedi.
“Atlayacak olsaydın şimdiye denizin dibindeydin Deniz.” dedi çokbilmiş gibi. Deniz haklı olmadığını biliyordu. Ölmeden önce düşünmek de mi suç olmuştu? Atlayabileceğinden emin de değildi zaten. Bora gerçekten nereden çıkmıştı?
“Atlayacaktım,” dedi Deniz fısıltıyla. Elleri kucağındaki mersedes güllerindeydi. Yapraklarını okşuyordu.
Bora birinin daha ölmesini istemiyordu hâlbuki. Hele de gözlerinin önünde! Ayaklandı birden. Deniz şaşkınca ona çevirdi mavi gözlerini.
Ölmek isteyen birine göre fazla meraklı diye düşündü Bora. Gözlerini şaşkın kızdan çekip dalgalı denize çevirdi. Kızı o dalgaların arasında bir nefes için çırpınırken görmek istemiyordu.
“Atlamayacaksan kalk da gidelim.” dedi Bora. Sol elini tutması için Deniz’e uzattı. Deniz uzun uzun genç adama baktı. O gelmeseydi dalgaların arasında boğuşarak ölecekti.
Ne yapmalıydı?
İstediği de ölmek değil miydi zaten? Neden yanına biri gelince ikilemde kalmıştı? Aklını mı dinlemek zorundaydı, yüreğini mi? Yüreğini dinlese hiç tanımadığı bir adamla neler olacağını, hayatının ne yöne evrileceğini düşündü. Son kez demeli miydi? Her zaman son kez diyordu, kaç yaşına kadar dayanmıştı.
Simyacı’dan bir söz geldi sonra aklına.
Neden yüreğimi dinlemek zorundayım? Sorusunun cevabını şimdi vereceği kararı karşılıyordu. Çünkü onu susturmayı hiçbir zaman başaramazsın.
Deniz elini uzattı ve Bora’nın elini tuttu.
Bora, Deniz’in ayağa kalkmasına sevinmişti. Bu devam etmek demekti. Bir şans daha demekti. Bora, Deniz’in nefes alacağı günlerin arttığına içten içe sevindi. Hem… Deniz mersedes güllerini de bırakmamıştı. Sağ eliyle göğsüne çekmiş sıkı sıkı tutuyordu.
”Son bir şans.” dedi Deniz kendi kendine.
Kıyıdan uzaklaşırken Bora onun elini bırakmadı. Korktu çünkü son bir karar denize doğru koşar diye. Deniz fark etmese de Bora sıkı sıkı tuttu kadının elini. Deniz’in ise gözleri, kıyıya vuran dalgalardaydı.
Bora’nın onu ölümden çekip alması son şansıydı hayata bağlanabilmesi için.
Bu Bora’nın ve Deniz’in son dalgasıydı.