Güneş doğrudan vücuduma çarpıyor ve gözlerim kamaşıyor. Deniz ise altımda simli bir çarşaf gibi dalgalanıyor. Beyaz ışık parıldıyor, mavi deniz sallanıyor. Cildim bana sıcak kum tanelerini hatırlatıyor. Sıcak yakıyor; soğuk yatıştırıyor. Çarşafın altına girdiğimde ayaklarım yere dokunmuyor. Kendimi havada süzülen bir uçurtmaya benzetiyorum. İpi saldıkça gözlerim kızarıyor. Temizlenmeye çalışırken dalgalar saçımı okşuyor. Tuz ise ruhuma bir şeyler katmaya çalışıyor. Katıyor da ve bütün gelgitlerin amacını anlıyorum. Bir yerden bir yere akıp gidiyorum. Akıntıya direnç göstermek istemiyorum. Çünkü karanın seyrine doymuyorum. Boğulmadığım için korkulacak bir şey yok. Ancak uzaklarda ne var, kim bilir? Kulaç kulaç katediyorum denizi. Kulaçlarım Musa olmadığı için denizi yarmıyor ama hiçbir şeyi de kapatmadığımın farkındayım. Bütün renkler o kadar parlak ki sanki bir mercekten bakıyorum. Büyüyor gözümde dünya. Engin diyarların kapıları açılıyor ve gördüğüm şeye balıklamasına atlıyorum. Büyüleniyorum ve kendime gelebilmek için dalıp çıkıyorum. Dalgaların üzerinden atlıyor ve gülümsüyorum. Bugün için yaşıyor ve sadece bugün için ölüyorum. Parmak uçlarım dokunuyor ışık hüzmelerine ve ışık beni yok sayarak hücrelerimden geçip gidiyor. Hiç kararmıyor gün ve kalbim uysal bir ısıyla dolup taşıyor. Buna yaşama sevinci diyorum ve mimiklerimle yüzüm kırışıyor. Bende dalgalarla birlikte büyüyorum. Doluyorum ancak taşmıyorum. Geziniyorum kürenin etrafında. Güneşin ayı oluveriyorum. Takip ediyorum güneşi gittiği yere ki günümü gün edeyim diye. Sonrasında görüyorum ki vücuduma asılan her bir damla anılarımın yansımasından ibaret. Kahkahalarla gülüyorum ve engin hayatın derinlikleri içerisinden geçip gidiyorum.