Bu ayın klişe tadı veren lâkin haklılığı yadsınamaz sözler köşemizde muazzam bir konuya değineceğiz sayın abiler! Ve cümlemiz şöyle der:
“Bütün insanların acelesi var.”
Ve şöyle diyor biri: “âh, kimsenin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya.”
Dostlarım, bulunduğum şehrin en ücra köşesinde bir ev tuttum kendime. İnsanların bu acelesine daha az tanık olmak adına.
Çatı katından bozma bu ev, yer yer masa lambasının sarı ışığı ile (zira beyaz ışıklar dünya üzerinde tahammülü en zor şeylerdir) yer yer mum ile aydınlanıyor. Tütsü ve tahıllı bisküvi kokusu eksik olmaz ve uğrayanım azdır. Evim mabedim benim ve parmaklarım sarı. İnsan içine çıktığım nadir zamanlarda, affedersiniz mağarasından çıkmış ayı sayıyorum kendimi.
İlkokulda bir köy okulunda trafik ışıklarını öğretmişlerdi bize. Kırmızıda dur, sarıda hazır ol ve yeşilde geç...
Fakat neredeydi bu trafik lambaları? Ne işe yarıyorlardı? Kimi durdurup kimi hazır ediyorlardı? Bize öğretildiğine göre biz duracaktık ama ne için? Neden duruyorduk? Bizim arabamız olmazdı, arabalar bizim için değildi. Arabalar için uygulanmıyordu o zaman bu kurallar. Peki o zaman biz mi yol veriyorduk arabalara?
Ama bizim köyümüzde araba o denli azdı ki bir yaya ile aracın rast gelme ihtimali bile oldukça düşüktü.
Seneler sonra şehre gittim. Bize onca zaman anlattıkları trafik ışıklarını gördüm. Arabalar için yapılmışlar oysa. Ve insanların telaş yarışında, ölümleri bir nebze olsun azaltmak amacı taşıyormuş bu meretler.
Acelen mi var? Dur! Diğerinin daha çok acelesi var. Şimdi hazır ol çünkü maraton sırası sende koçum! Kimin daha çok acelesi var göster tüm cihana! Ve geç!
Acelen uğruna ettiğin bütün kabalıklar mazur görülecek, geç!
Omzuna vurup geçtiğin ve bir “affedersiniz” demeye yeltenmediğin insanların, düşünceli olman adına bütün umutları tükendi, geç!
Otobüse binerken itip kaktığın, market sırasında önüne geçmeyi kendine dünyanın en müstesna görevi edindiğin insanlar seni artık yadırgamıyor, geç!
Sen değil miydin esnaf kalabilen, kalmaya çalışan Hikmet amcaya sabah ayazında bir “günaydın”ı çok gören?
Sen değil miydin Anadolu Mahallesi'nde bir sokak ararken adres sorduğun Selim abiye bir “teşekkür” etmeden ardını dönüp giden?
Sen değil miydin bakkalda parası denkleşmediği için “peynir kalsın abi” diyen talebeyi görmezden gelip, rakı sofran için aldığın mezeleri tezgaha koymaya gönlü razı gelen?
Yağmurda ıslanıp titrediğini fark ettiğin, gözleriyle senden medet uman ufak köpek yavrusunu apartman girişine almayı zihninden dahi geçirmeyen de sendin öyle değil mi? Öyle elbet.
Trafik lambaları senin için yapıldı bey abicim!
En mütevazısı beş kattan binalar senin için.
Kredi kartları, perakende satış, kapitalizm senin için!
Dünya var olalı beri senin için kurulmuştur!
Mahallede top oynayan ve nesli tükenmekte olan o çocuklara çakır keyfine zeval getirmemeleri adına pencerenden bağırabilirsin şimdi: “ananız babanız yok mu sizin, gidin evinizde oynayın bacaklarınızı kırmayayım!”
Rafında duran, belki lazım olur diye kitapçıdan öylesine aldığın Ümit Yaşar kitaplarının sayfalarını gazete niyetine kullanıp çaydanlık altlığı yapabilirsin artık!
Dedim ya, mübahtır sana kötülüklerin en afilisi!
Ve ben, seni (sizi) görmemek ve yaşantınıza dahil olmamak adına çıkmayacağım mabedimden.
Telaşınıza ortak olmayacağım.
Kabalığınıza ve hoyratlığınıza.