Sabah uyanıp güzelce elini yüzünü yıkadı. Özlemişti doğduğu bu şehri. Bir hafta olmuştu geleli fakat hala ilk gün gibi hissediyordu. Mutfağa, annesinin yanına gitti ve o güzel kadının yaptığı sahanda yumurtadan yemeye başladı. Çok güzel bir sohbet vardı kahvaltı sofrasında. Çünkü özlemişti evini, sabah pişen yumurta kokusunu, evdeki gürültüyü… Yalnız yaşamaya, farklı şehirde yalnız kalmaya alışmıştı ama her şeye rağmen çok özlüyordu ailesini. Kahvaltıdan sonra koşarak kanepeye attı kendini, uzandı ve birazcık kestirmeye başladı. Yaklaşık bir yıldır görmediği lise arkadaşları aramış, bulaşmak istemişlerdi. Heyecanla fırladı yerinden. Hemen duşa girip hazırlandı. Arabaya bindi ve müzik dinleyerek arkadaşlarının yanına gitti. Yoldayken kar yağışı başlamıştı. O kadar güzel yağıyordu ki arabayı park edip yürümeye başladı. Film sahnesi gibi bir an diye geçirdi aklından. Gerçekten de film sahnesi gibiydi. Arkadaşlarıyla çok koyu bir sohbete dalmış, zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişti. Saatlerce oturdular. Yemek, çay, sigara, sohbet derken saatin 12 olduğunu fark etti ve eve gitmek için arabaya bindi. Arabada hafif efkârlı şarkılar eşlik ediyordu ona. Eve ulaştı ve yatağa attı kendini. Çok keyifli bir gün yaşamıştı. Biraz sosyal medyada takıldı ve saat 3 olunca uyudu. Nereden bilecekti ki sadece bir saat uyuyabileceğini…

Saat 04.17, inanılmaz gürültü ve sarsıntı eşliğinde uyandı. Ne olduğunu anlamamış, rüya mı, gerçek mi kavrayamamıştı. Yan odadan gelen bağırış sesleriyle kendine geldi ve kardeşinin üzerine çöküp en azından ona bir şey olmasın diye beklemeye başladı. Dünyanın en uzun iki dakikası başlamıştı. Sarsıntı, kırılan bardak sesleri, duvardan dökülen tozlar, karanlık… Sarsıntı biraz yavaşlayınca kalktı ve hadi dışarı diye bağırmaya başladı. Herkes dışarı çıkmış, mahallede kıyamet kopmuş gibi bir gürültü, bazı yerlerde yanan ateş ve soğuk... Uzun bir süre ailesiyle arabada bekledi. Daha sonra bahçeye, tek odalı eve on iki kişi gitmek zorunda kaldılar. O gece hiç bitmeyecekti. Sabah olmuştu aslında ama kimse bir saniye bile gözünü kırpmadı, devam eden artçılar korkunun hep yüksek olmasına sebep oluyordu. Herkes elinde telefon, birilerine ulaşmaya çalışıyor, kim iyi, kim kötü öğrenmek istiyordu. Zaman geçti. Öğle saatleri gelmişti ve insanoğlunun en büyük düşmanı merak, devreye girdi. Eve geldiler. Hiçbir mantığı yok aslında ama tamamen meraktı işte. Televizyon sehpası salonun ortasına kadar gelmişti. Onu yerine iteyim dediği anda bir gürültü koptu. Evet, yine deprem oluyordu fakat artçı falan değil, bayağı depremdi. Kaçamadılar… Depremin bitmesini bekliyorlardı. Yine bitmeyen dakikalar başlamıştı. Bir dakika bir ömürden daha fazla olmuştu. Sonunda bitti. Öldük mü, binanın altında mıyız? Bu sorularla karışmıştı kafası ama hayır, bina sağlam ve biz iyiyiz dedi aniden. Gerçekten de bir şey olmamıştı. Binadan koşarak çıktılar. Ya bina sağlam olmasaydı?