İçimdeki şu derin boşluk o anların izleri. Kelimelerim duygularımı hislerimi anlatmaya yetecek kadar değil. Anlatamıyorum yaşıyorum. Karlı bir kış gecesi 04.17'de kulaklarımda yankılanan o büyük çığlıkla uyanıyorum. Yer yerinden oynuyor dedikleri bu olsa gerek. Yerin altındaki gürültüyü duyabiliyor gibiydim. Güm güm vuruyor. Sarsıntıyı ayaklarımdan beynime kadar derinden hissediyorum.

Hayır diyorum bu kadar olamaz hiç olmadı ki. Ani bir şokla yatağın kenarına kapandım. Meğer insan evinin içinde çöküp beton parçalarının üstüne düşmesini bekleyebiliyormuş. Başını koyduğun evin sana mezar olabiliyormuş.

Sonrasında kendimizi nasıl dışarı attığımızı anlamadım.

Gözlerimin önünden silinmeyen o karaler...

Bebekli annelerin, zavallı masum çocukların çıplak ayak karlara basarak kaçışı nasıl silinebilir ki havızamdan. 10 şehrin bütün güzel manzaralarınin yıkılışı. Moloz yığınlarının altındaki soğuk, cansız bedenler... Bir bisküvi paketinin bu denli acı bir anlamı olacağını bilemezdim.

Büyük bir çaresizlik ve aynı zamanda fazlaca ümit içinde başka bir soru daha var mı bilmiyorum. 12 gün boyunca ezberlediğimiz, her an kulaklarımızda çınlanan o soru:

Sesimi duyan var mı?

Ufak bir ses dahi yeni umutlar doğuruyordu. Ulaşamadığımız binlerce insanın gözlerimiz önünde can verişini izledik. 40 bin can kaybı. Dile kolay gelen bu sayı içinde yarım kalan hayatları, hayalleri, umutları büyük bir yok oluşun izlerini barındırıyordu.

Mekanınız cennet olsun tanıyıp tanımadığım 40 bin can. (Belki de daha fazla) Sizleri, bu yaşadığımız, yaşattıları hiçbir şeyi inanın unutmayacağız.