Derin bir nefes aldım. Gecenin sessizliğini parça parça bölecek o ilk ve son sesi duydum. Bir şeyleri yıkmamak, yıkılanın üstünde daha fazla tepinmemek için içimde sakladım. Gerçekliğinden sapmadan, edebiyat yapmadan, dramatize etmeden bir şeyleri anlatmanın bu kadar zor olmasına artık tahammül edemiyorum. Boşluğun ortasında konuşurken, birilerinin üstünde cümlelerimden oluşan öfkeyi görmek eskisi gibi buruk bir şaşkınlık yaratmıyor. Bunca saçmalığı kaybettiğimi düşündüğüm için kabullenmedim. Topraklarıma barış getirmek için mi savaşıyordum yoksa egomu mu tatmin etmek istiyordum bilmiyorum ama dünya benim etrafımda dönsün istiyordum. Tüm iyi niyetimi koyarsam bu isteğimin aşırılığından sıyrılırım sandım. Kilitli kapıların ardında bile çok başarılı, çok kusursuz, çok düzenli olmalıydım. Bir önemi olmadığını farkedeli çok oldu ama hâlâ gözümü açtıktan kısa bir süre sonra az sonra tekrar yatacağım yatağını toplamaktan vazgeçemedim. Gördükçe vicdanımı kemirsin diye masadan kitapları kaldırmadım, tozlarını aldıkça daha çok ezilmek bir ceza yöntemi oldu. Başım önümde istenilen her şeyi verdim. Uzaktan kendimi izlediğimde birilerine muhtaç olmak, özlemek benim kaderim gibi gelirdi. Kendimi bile özlemiyorum. Artık hayatımda olmayan -sanırım kaybettiğim demeliyim- insanlar bana çok şey kazandırdı. Sessizleştikçe kendimle barıştım. Dünyayı etrafımda döndüremedim ama dünya bu kadar da önemsenecek bir şey değilmiş zaten. Zaman ilerledikçe kendime hep daha çok yaşlandığımı hatırlatırdım. Bunları on dokuz yaşında dinlediğim şarkılar ile yazıyorum. On yedi yaşımda çok yaşlıydım, otuz yaşında sadece otuz yaşındayım. Kimseyi yerin dibine sokmadım, kimseyi gökyüzüne de çıkarmadım. Eski günahların uzun gölgeleri sadece güneşten kaçanları korusun. Gölge de, güneş de, karanlık da, aydınlık da bir. Derin bir nefes verdim.