Kendimi kaybetmenin en hızlı yolunu bulmuştum. O, benim için hiç kimsede olmayan nadir taşlarla dolu gözlerimi sevmezdi, gözlerime bakmaktan kaçınırdı neredeyse. Zamanla, sevgim arzuların tuzağına dönüştüğünde o derin ve uzun sohbetlerin yerini alırdı. Kendinden uzak duruşu, onu benim için adeta erişilmez kılan bir cazibe merkezi haline getirmişti, direnemediğim bir çekiciliği vardı sanki. Gözlerimdeki taşlar, sıradan bir bakışla fark edilmeyecek kadar derin ve özeldi, ben ise onların nadir ve değerli olduğunu biliyordum. Ancak o, değerimi görmek yerine gözlerimdeki taşları görmekten kaçınıyordu. Tuhaftır ki taşlar zamanla kalbimdeki duvarları inşa etmeye başlamıştı. Birlikte geçirdiğimiz her an, duvarlarıma bir tuğla daha eklemek anlamına geliyordu ve ben sadece kendimi korumaya çalışıyordum. Her bir an, ona yaklaşmaya çalıştıkça sanki daha da uzaklaşıyormuşum gibi hissettiriyordu. Ancak içimdeki çekim gücü hâlâ beni yönlendiriyordu. Belki de en derin düşlerimde, bu çekimin cazibesine kapılmıştım. Sonuç olarak kendi içinde duvarlarla çevrili bir düş avında dolaşıyormuşum gibi hissettiğim bir noktada buldum kendimi.