GÜN-96

Nokta yükseliş nokta düşüş nokta geriye dönüş nokta başladığın yere varış nokta tekrar yükselmeye çalışma virgül tekrar yükselmeye çalışma virgül tekrar yükselmeye çalışma virgül düşüş nokta karanlık nokta ışığı bekle limit sonsuza giderken biz dönüyorduk ünlem soru işareti ünlem soru işareti ünlem. Yuvarlak mı çiziyoruz yoksa labirentte mi kaybolduk? Işık ne renkti onu da unuttuk. Ne sağımız kaldı ne solumuz, hepsi fraksiyonlara ayrıldı diye değil mi bu durumumuz? Nerede birlik beraberlik? Nerede güç birliği? Nerede yurt dışına kaçıp am üstüne ceviz kıran üst kademe örgüt yöneticileri? Nerede uyuşturucu tüketilen evlere baskınlar yapan örgütlerin, uyuşturucu kaçakçılığıyla parayı bulup yurtdışına kaçan yetkilileri? Parayı buluncaya kadar değil mi karanlık? Limit sonsuza giderken zengin oldu oldu, olamadı hep beraber yedik yarrağı. Yuvarlak mı çiziyoruz yoksa labirente mi düştük haberimiz bile olmadan. Yavaş yavaş içine çekiyor değil mi labirentler, bir bataklık gibi. Yükselişler, düşüşler, geriye dönüşler, başladığın yere varışlar, yükselmeye çalışmalar, tekrar yükselmeye çalışmalar, tekrar yükselmeye çalışmalar, düşüşler, karanlıklar burada araya girmek istiyorum hakim bey! Neden karanlıklar? Çünkü düşüş unutturur. Nereden geldiğini unutursun bir süre sonra. Nerede düşmeye başladığın silinir zihninden. Sadece düşüşü hatırlarsın. Geriye bir tek düşüş kalır. Unuttukça kararır etraf. Unuttukça neyi unuttuğunu bile hatırlamaz hale gelirsin. Geriye bir tek düşüş kalır. Çarpacağın yeri bile unutursun. Teşekkür ederim hakim bey. Bir şey değil. Siz yeter ki anlamak isteyin. Işığı beklemeler, limit sonsuza giderken biz dönüyorduklar. Limit karanlıktan sonsuza gidiyorsa eğer, gitmeye de karanlıktan mı başlamış demektir bu? Yani bu durumun, yani karanlığın içinde yaşanan bu girdabın, yani bu içinde bulunduğumuz, içine zorla sokulduğumuz karanlığın, yani bu yuvarlağın, yani bu labirentin başlangıcı ve sonu birse eğer, hiç yükselmedik mi demektir? Düşmek için yükselmek gerekmiyor mu? Düşüyor olduğumuz kesin. Geriye bir tek düşüşün kaldığı kesin. Her şeyi unuttuk. O zaman yükseldiğimizi de unutuyoruz demektir. Yani bir an önce ışığı bulamazsak hiç yükselmemiş mi olacağız hakim bey? Siz hiç yükselmediniz ki zaten. Yükseklik baktığın yerden nitelenir. Hayat size baktığında sizi yüksekte görmüş olabilir mi? Siz öylece durdunuz, hayat alçaldı. Siz öylece durmaktan başka bir şey yapabilecek canlılar değilsiniz. Sadece durabilir, düşebilir, bekleyebilir ve unutabilirsiniz. Geri kalan hayatın akışıdır. Teşekkür ederim hakim bey. Bir şey değil. Siz yeter ki anlamak isteyin. Peki bu yuvarlağın içerisinde dönüp duruyorsak eğer, yani dönüp, bir de duruyorsak, hakim bey siz yanılıyorsunuz. Biz durabilir, düşebilir, bekleyebilir, unutabilir ve dönebiliriz. Unuttuklarınıza dikkat edin, burada milyonlarca hayat söz konusu. Dönen siz değilsiniz. Dönen hayat. Siz sadece duruyorsunuz. Binlerce yıl önce dünyanın durduğu, güneşin dünya etrafında döndüğü söylemleri gibi. Komik olma, bencil ol. Sen yoksan kimse yok çünkü etrafında. Sen ne kadar dikkatli arıyorsan ışığı ne kadar çok tur attıysan o karanlığın içinde, o kadar insan toplanır etrafına. Ne kadar insan toplanırsa etrafına, o kadar fazla göz demektir bu aslında. Ne kadar fazla göz olursa civarda, o kadar fazla tur demektir bir bakıma. Koşamayacaksınız, sadece emekleyebilirsiniz. O yüzden dizlerinizin acısı sizi yanıltmasın. Bu labirent, bu yuvarlak -aslında önce hangisi içinde olduğunuza karar vermeniz gerekiyor- sizi sürükleyecek döndüğü müddetçe. Siz sadece öylece duracaksınız. Elinizden gelen tek şey aramak. Karanlığın içinde ve yapayalnız... Teşekkürler hakim bey. Bir şey değil. Siz yeter ki anlamak isteyin. Anladık değil mi hakim bey? Değil. Teşekkürler hakim bey. 

 


GÜN-97

Ben kararımı verdim. Dönüp durmaktan sıkılınca insan oturup duruyor. Oturup durdukça daha çok sıkılıyor. Ben kararımı verdim. Artık dönmeyeceğim. Beni bu yoldan kimse döndüremez. Gitmesek de görmesek de bu yol bizim yolumuzdur. Yolluyuz biz kardeşim. Doğuştan yolluyuz. Yol hiç bitmez demiş Kaan Çaydamlı. Ya da onun gibi biri işte, bilmiyorum. Bitmez tabi. İçinde bulunduğunu görmez insan. Mesela alkolik biri alkolik olduğunun farkında değildir. Ne çektim çocukluğumdan beri şu alkoliklerden be. Çocukken de sevmezdim. Kusanı mı dersin, yürüyemeyeni mi dersin, ayakta duramayanı mı dersin, ne dersin? Dönelim mi birazcık? Müslüman olup geçmişin kazalarını benimle kılar mısın? Of... Hayatımda duyduğum en güzel evlenme teklifi. Hem de bana ait. Kullanacağım bunu. Düşünsenize, bizim kazalar bir ömür sürer. Peki, dönecek miyiz dönmeyecek miyiz şimdi? Ben en son bir daha dönmeme kararı almıştım ama seninle tekrar tekrar dönebilirim sanırım. Yuvarlak yaparız mesela, ben seni kovalarım sonsuza dek. Sen kaçarsın benden. Ben seni çok severim. Sen benden çok kaçarsın. Zaten sen kaçarsan iyi kaçarsın. Yorgunsan dönemeyiz. Yorgunsan kaçamazsın. Yorgun insanlar çok güzel yok olurlar. Dayanamam, yok olursan kafama sıkarım. Döner döner sıkarım. Musallat olurum sana. Benim ölüm de ne pis kokar ha. Bir labirentte ölsem mesela, benim kokumdan çıkışı bulursun rahatça. Rahatça ölmeliyim. Kokumdan bulmalı insanlar beni. Günler sonra, her şey bittikten sonra. Kimse anlamamalı öldüğümü bile. Kokumdan bulmalılar beni. Köhne bir evde, küçük bir odada, yapayalnız ve çaresiz ölümüme kimse şahit olmamalı. Bir labirentte kaybolsam mesela, çıkışı değil beni arayacak kadar seven biri olsa yanımda. Biri olsa da beni çıkışı olarak görse bu hayattan. Birilerine iyi gelebilmek olsa benim de çıkışım, bu hayattan. Her kaybolduğumda bulsa beni mesela kokumdan. Ölümün değil, dirimin kokusundan. Labirentler çıldırtır insanı. Kaybolmak çıldırtır insanı. Yalnızlık çıldırtır insanı. Hayatım boyunca bir labirentte olduğumu hissettim durdum. Çıkışı, ışığı aradım, arıyorum, arayacağım yılmadan. Hiç bulamayacağım. Benim hayatım kocaman bir paradoks. Zihnimdeki seslerin bana eşlik ettiği günlerin çaresizliğinde yine kağıda sığınmışım yıllar önce. Ben zaten her seferinde kağıda sığınmışım... Yani ben, en kalabalık zamanlarımda bile yalnızmışım.

Duvarları yüksek bir labirentte dolanıp duruyorum. Algılarımın terk ediş süreci hissedilmez konumda. İlham perim bağırıyor avazı çıktığına, böyle bir cenneti nasıl terk etmek isteyebilirsin? Sarmaşıkların ne zaman yeşil olduğunu hatırlamıyorum. Bu sarmaşıklara kaç kez sarıldığımı hatırlamıyorum. Dikenlerinin zehirli olduğu zamanları hatırlamıyorum. Koyduğum işaretleri neden koyduğumu, en son nereye giderken kaybolduğumu hatırlamıyorum. Buradaki en büyük problem hafızanızla ilgili. En çok ihtiyacınız olan şeyin, siz farkına varmadan yok olması. Puf! Ben kimim? Sen ne güzel bir periymişsin öyle. Şşş bizi dinliyorlar. Beni buraya koyanlar izliyorlar hep. Bir yerde oturmuş bacak bacak üzerine atmış sırıtıyorlar sıkılmadan. Kaçıncı cinayetim olduğunu sayıyor, ne zaman kontrolü yitireceğim üzerine bahse giriyor, o anlık zevklerine göre birine yardım ediyorlar. Hey! Ama ben hayattayım! Bağırma dedim lan. Sikeceğim cennetini. Bir hikaye yazıyorlar, bir oyun oynuyorlar, gözlerime bakmaya bakmaya yalan söylüyorlar, ümit veriyorlar. Bu taşı sen çektin demi oraya? Koşmanın bir işe yaramadığını öğrenmek uzun bir süreni alıyor mesela. Yardım istemenin, beklemenin, kaçmanın, saklanmanın bir boka yaramadığını görmek yıllarını alıyor. Her şeyi anladığını zannettiğin o anda, o orospu çocukları önüne bir işaret bırakıyorlar. Labirenti kabullenip çıkışı unuttuğun her anda önüne bir tutam ümit atıp her şeyi baştan başlatıyorlar. Orada ışık var. Orada ışık mı var? Işık... Koş! Sessizlik: ilk alıştığın ancak en zor alıştığın şey. Sarmaşıkların susması, taşların umursamazlığı, karanlığın utangaçlığı... Düşüyorsun, kalkıyorsun, yatıyorsun, ağlıyorsun, bağırıyorsun, küfrediyorsun, gülümsüyorsun... Bir çıkışın olup olmadığına dair bir iz arıyorsun zihninde. Aynı duvarlar, aynı tuzaklar, sen, sessizlik, sarmaşıklar, periler...

Labirentten kurtulmak için labirent oluyorsun. İç içe geçiyor her şey. Dopdolu büyüyor.

Utangaç bir karanlık ortasında, paradoks üstü paradoks. (paradoks kere paradoks= paradokskare)

 


GÜN-98

Ameliyatıma sayılı günler kaldı. Zihnimde ameliyatın lokal anesteziyle yapılacağı düşüncesi vardı. O yüzden anestezi doktorunun karşısına çıktığımda bana lokal anestezi yapacaklarının söylenmesini bekliyordum. Ben de onlardan genel anestezi isteyecektim. Çünkü hayatımda hiç bayılmamıştım o kadar uzun süre. Dövüş sanatlarıyla uğraşırken üç, dört kez bayılmışlığım var ancak her biri çok kısa süreli baygınlıklardı. O uyanma halini, o uyuşukluğu, zihnin kendini yeniden başlatışını yaşamak istemişimdir her daim. Zor bir uyuşturucu deneyimi gibi. Kafam bunca zamandır boşken, doktor kontrolünde kafayı çekmek hiç fena olmaz diye düşünüyorum. Neyse, sonra gittim anestezi doktoruna, dedi ki genel anestezi olacaksın. O an durdum, düşünmeye başladım. Niye düşünmeye başladım? Zaten istediğim bu değil miydi? Ancak ben zihnimde böyle kurmamıştım senaryoyu. Hayat yine zihnimdeki senaryoların gerçek olmadığını göstermişti bana. İstediğimi vermişti evet, ancak istediğim şekilde değildi yine. Üzüldüm. O andan sonra genel anestezi olacağıma üzüldüm bir süre. Lokal anestezi olsaydım ne de güzel olurdu, ameliyatı kameradan izlerdim diye düşündüm. Küçük çaplı bir yıkılmış bile olabilirim. Bunu unutmayın, araya başka bir şey sokup anlatacağım ve buraya geri döneceğim hemen. O gün, hastane serüvenimde on birdeki randevuma dokuzda gittim, geç kalacağım anksiyetesiyle. Telefonla uğraşarak, güzel bir kadınla mesajlaşarak geçirdim vaktimi, sorun yoktu. Ancak unuttuğum bir şey vardı, telefonumun bataryası ölü durumdaydı. Şarjı, eğer telefonu aktif kullanırsan yaklaşık üç saatte bitiyordu. Öyle çok aktif kullanmana da gerek yok, sürekli mesajlaşsan yeter. Her daim yanımda bulundurduğum şarj aletimi o gün yanıma almamıştım on ikide işim biter de eve dönerim diye. Doktorla görüştüm, ameliyat gününü kararlaştırdık. Yakın tarihe vermek istedi, bense o mesajlaştığım güzel kadınla önceden plan yaptığım için daha uzak bir tarihe istedim ameliyat gününü. Ameliyat sonrasında olacaklarla ilgili konuştuk. Kolumu kullanabileceğimi, askının yalnızca kolumu dinlendirmek için olduğunu söyledi. Bu bütün korkularımı bir anda yok etmişti. Rahatça giyinip soyunabilecek, yazabilecek, dışarıya çıkıp serserilik yapabileceğim anlamına geliyordu bu. Ardından tam gitmeye hazırlanıyordum ki bugün buraya kadar gelmişken anestezisti de gör, aradan çıksın dedi. Ameliyatlarda raconmuş bu. Anestezist senin tahlillerini inceler, sana göre mal hazırlarmış. Tahlillerini yaptır, dörtte doktorla görüş dedi. Dörtte dedi. Dört! Ve bunlar olurken saat daha on ikiydi. Yani dört saat boyunca yapacak bir şey bulmalıydım. O an beynimden aşağıya kaynar sular döküldü. Telefonumun şarjı bitmek üzereydi. Hemen şarj aleti bulabileceğim yerler aradım hastane civarında. Hastane, dayımın eski evine birkaç yüz metre uzaklıktaydı. Yıllar önce dayımın evin hemen arkasına kocaman, janti bir kafe açılmıştı. Aklıma orası geldi. O büyüklükte bir kafenin kesinlikle şarj aleti vardır diye düşündüm. Yolda dört tane mandalina ve bir tane muz aldım kendime. Elimde torba, kafamda bere, ucu kesik eldivenlerim, bol, polar eşofman altım, yakası makasla kesilmiş kazağım, üzerime üç beden büyük montumla içeri daldım ve direkt şarj aleti sordum. Garson önce yok dedi, sonra kablo çıkardı ama başlık yok dedi, sonra kendi başlığını verdi. Taktık, olmadı. Sonra başka kablo buldu, denedik, olmadı. Sonra kesin çalışan başka kablo buldu. Denedik, olmadı. Sonra kesin çalışan başka başlık buldu. Denedik, olmadı. Telefonumun şarj girişinde bir sorun yoktu. Sadece olmadı amına koyayım. Lanet gibi çöktü üzerime, olmadı. Evren şarjsız kalmamı istedi. Oysaki ne güzel o kadınla konuşacaktım onca saat... Ayrıca hastane çıkışı o kadınla buluşacaktık ve telefonumun kesinlikle kapanmaması gerekiyordu. O yüzden konuşmayı kestik, ben telefonu kapattım ve kafede oturmaya başladım. Tam dört saat camdan dışarıyı izledim dostlarım. Tam dört saat, hiç kıpırdamadan... Şimdi unutmayın dediğim yere dönüyorum. Lokal anestezi altında ameliyatı izlemek çekici geliyordu. O an aklıma ameliyatın ortalama üç saat süreceği geldi. Bu da demek oluyor ki üç saat boyunca camdan dışarı bakacağım. Kafamdan aşağıya dökülen kaçıncı kaynar suydu bu hatırlamıyorum. Öyle bir travma olmuş ki bende o bekleyiş, hemen genel anestezinin sıcak kucağına bıraktım kendimi. Öylesine mesut oldum ki kendimi emanet ettiğim Türk hekimlerinin bana uygun gördüğü ameliyat biçimini düşününce. Az kaldı dostlarım. Hayatımda ilk kez ameliyat olacağım ve bu benim için gerçekten çok heyecan verici bir durum. İyileşme sürecinin de can sıkıcı olmaması içimi ferahlatmışken hazır, yani sizlerden uzaklaşmayacağım resmileşmişken, elimden geldiğince daha çok yazmaya çalışacağımı belirtmek isterim. Sizleri daha da sıkacağım. Canınızı okuyacağım sizlerin. Kendimi tekrar edişlerimden, saçmalamalarımdan, sıkıntıdan yapacak bir şey bulamadıkça size sarışlarımdan boğulacaksınız. Ama ne olur beni yalnız bırakmayın. Sizden başka kimsem yok...

 


GÜN-99

Bana bir başlangıç noktası gerek her daim. Kendime bir tane yaratabilecek zekada olmadım hiçbir zaman. Hep neye nereden başlayacağımı bilemeyen bir adam oldum. Süreçler hep imkansız gelir önceden düşündüğümde. Korkarım, başlamaya korkarım. Sanırım bu hayattaki en büyük korkum bir şeye başlamaktır. Bilirim, başladıktan sonra bir şekilde her zaman sonuca doğru gidebildiğini insanın. Her şeyin aslında başlayana kadar olduğunu bilirim. İnsan, karşısına çıkabilecek her sorunla baş edebilecek kabiliyete sahiptir, bilirim. Ancak her başlangıç karşısında arkama döner ve öylece beklerim. Bir şey benim yüzümü oraya çevirsin, beni iteklesin isterim. Bu yüzden de gözü kara bir insana dönüşürüm bazen. Kendime sürecin geçici olduğunu hatırlatır, istediğim sonuca ulaşmak için sadece başlangıca ihtiyacım olduğunu haykırırım. O zamanlarda işte dostlarım, olmayacak işlerin içine balıklama dalmış olarak bulabilirsiniz beni. Genelde olmayacak işler olur bunlar. Basit şeylere sırtımı dönerken en olmayacak işlere balıklama dalarım. Çünkü insan en zorunu başarırsa eğer, kolay olanlar zaten yapılabilir olur diye düşünüyorum. Bir sürece başlarsam gözümü en yükseğe, yapılması en zora dikerim. Adım adım ilerleyemez, bir an önce en zoru başarmak isterim. Çünkü bilirim, eğer en zoru başarırsam, en üstteki basamağa zıplayabilirsem arkama dönüp baktığımda küçük adımlar artık zorlu olmayacaktır. Önünüzdeki ilk adım her zaman en zor olandır. Önce onu başarmalı, ardından bir sonrakine geçip onu da başarmalı, başarmalı, başarmalısınızdır. Hayat böyle işler. Ancak çabuk sıkılıyorum her şeyden be dostlarım. Şimdi önümde durup imkansız olarak gözüken şeylerin bir süre sonra, daha zorlarını başardıktan sonra gözüme öylesine kolay, öylesine basit görüneceğini bilirim ya, üşenirim kolaylardan başlamaya. Bu da beni süreçlerden uzak, başlangıçlara korkak yapar. Şikayetçiyim bu durumdan dostlarım. Beni bir hakimin karşısına çıkartın ve en büyük cezayı kesmesini talep edeyim! En büyük cezayı atlatırsam eğer daha küçük cezalar koymayacaktır çünkü bana. Hayatı başarısızlıklarla dolu olan bir adam olmamın en büyük sebeplerinden biri bu sanırım. Artık bundan kurtulmak istiyorum. Bundan kurtulup hayatıma daha cesur devam etmek istiyorum. İnsanın kendini her alanda geliştirebileceğini söyler dururum. İmkansız diye bir şeyin olmadığını, yeterli emekle her şeyin hallolabileceğini savunurum her daim. Demek ki bu da benim kendimi geliştirebileceğim bir yol. Daha çok deneyip, daha çok başarısız olup, daha çok sikilip öğrenmeliyim. Olmayacak işlerin içine atlayıp durmak, yani biraz önce anlattığım gibi en zorunu başarıp öğrenmeye çalışmaktan vazgeçmeliyim. Adım adım ilerlemeyi öğretin bana. Sabretmeyi, sürece katlanmayı öğretin. Biliyorum, sizler yapabiliyorsunuz bunu. Nasıl yapılacağını bildiğin halde bir şeyi başaramamak ne kadar boktan bir durum biliyorsunuz değil mi? Bıktım sizlere ne kadar boktan bir adam olduğumu anlatmaktan. Artık başarılarımdan, güzelliklerden bahsetmek, eğlenmek istiyorum. İçimdeki neşe kağıda yansısın, yarın bir gün dönüp baktığım zaman, dönüp tekrar bunları okuduğum zaman yüzümde gülümsemeler olsun, ne güzel günler yaşamışım diyebileyim istiyorum. Bunca karanlığın arasında, arada bir selektör yapsın istiyorum yaşam bana. Of, yine başladım şunu, bunu istiyorum diye ağlamaya. Peki bunlar için ne mi yapıyorum? Sadece sizlere yazıyorum dostlarım. Oturup her gece sizlere yazıyorum. Bazen yazamıyorum da, birkaç gece durağan geçiyor. İşte o zamanlarda kendimi suçlu hissediyorum oldukça. Tek görevini yerine getirmeyi başaramamış bir asker gibi onursuz ve utanç dolu oluyorum. Sizleri yalnız bıraktım diye, kendimi yalnız bıraktım diye, tek yoluma sırt çevirdim diye kendimi parçalıyorum. Ancak nefes alamıyorum dostlarım. Bazen gerçekten boğazıma çöküyor bir şeyler. Neler olduğunu anlatmıştım sizlere, nasıl düğümlendiğini, hepsinin nasıl Can'a bağlandığını anlatmıştım. Artık onun da adını anmayacağım. Sanırım öncelikle ona olan inancımdan, ona her şeyden çok ihtiyacım olduğunu düşünmekten kurtulmam gerekiyor. Onun ardında sığınmayı bırakıp kendimi kabullenmem, tek başıma bir birey olmaya çalışmam gerekiyor. Onu bekleyerek bir ömür geçirmek istemiyorum. Ona bağımlı olmak istemiyorum. Hiçbir şeye bağımlı olmak istemiyorum lanet olsun! Hayatımda gördüğüm en büyük ve tehlikeli uyuşturucu o. Ve ne şanslıyım ki sadece ben kullanabiliyorum. Emin olun dünya onu bir kez hissetse öyle bir pazarı oluşur ki herkes Canihuana içmeye başlar. Dünya savaşları çıkar. Benimse bu büyük şansımın en aksak yönü kontrol edilemeyen bir bela olması. Keşke bir kağıda sarılabilen, dile yapıştırılabilen, toz haline getirilip burundan çekilebilen bir şey olsa amına kodumun çocuğu. İstemiyorum artık seni. Gelme! Ben tek başıma da güçlü olabilirim. Ben tek başıma da başa çıkabilirim bu hayatla. Tek başıma da kırabilirim bu koca laneti. Senin verdiğin yalnızlığı en iyi şekilde kullanmayı öğrenip yükseleceğim. Seni yücelteceğim.

 


GÜN-100

Müptezel zamanlarım geliyor aklıma, hayatım böyle boktan ilerlerken. Hiçbir şey kullanmadığım zamanlara bakıyorum. Hayal ettiğim hayatı yaşadığım zamanlar geliyor aklıma. Her şeyin mükemmel olduğu, ihtiyacım olan, istediğim her şeye sahip olduğum zamanları düşünüyorum. İnsan öldükten sonra hep güzel zamanlarını düşünüyormuş. Evet dostlarım, inanamayacaksınız ama bir zamanlar mükemmel bir hayata sahiptim. Sonra uyuşturucuya başladım ve hayatım tam anlamıyla içinden çıkılamaz bir hal aldı. Karanlığa, yalnızlığa büründüm. Hiç fark etmemiştim, hiç tahmin edememiştim böyle bir sonu hazırladığını. Annemin bana ihaneti sonrası kaçabilecek başka yerim, sığınabileceğim başka bir şey kalmamıştı. Keşke o dönemde o hayatla, uyuşturucuyla tanışmamış olsaydım. Yine bulurdum mücadelenin bir yolunu, eminim. Görebileceğiniz en güçlü adamdım o zamana kadar. Bu kadar zaman sonra, her şeyden kurtulup temiz bir hayata yelken açtıktan sonra bile kurtaramadım kendimi. Bir lanet gibi çöktü hayatıma, bir karanlıktır ki sardı her yanımı. Uyuşturucunun vücuttan atılması uzun bir zaman alıyormuş, öyle diyorlar. Beyinden atılması, hayattan atılması, sosyal yaşamdan atılması ise imkansızmış gibi geliyor şu an bana. Her şeyin kötüye gitmeye başladığını fark etmeme rağmen nasıl olmuş da bunun sebebinin uyuşturucu olduğunu anlayamamışım, nasıl olmuş da son sürat devam etmişim aklım almıyor. İnsan karanlığın içindeyken bu karanlığa neyin sebep olduğunu anlayamıyor sanırım. O dönemki yazılarıma bakıyorum. O dönemki kişiliğime bakıyorum. Ne kadar iğrenç bir insana dönüşmüşüm... Tüm varlığıyla uyuşturucu savunucusu, diğer insanlarınsa böyle bir hayattan kaçarak aptallık yaptığını düşünen bir ahmakmışım. Öyle ki, çocuğum olursa daha küçük yaşlarındayken kullanmasını sağlamayı falan hayal ediyordum. Bir şeyin savunucusu olmak demek aptallık belirtisidir. Bense kocaman bir fanatik olmuş çıkmışım. Biraz önce bir yazımı buldum. Buyurun, keyfiniz daim olsun.

İntihara meyilli sabahlar, intihar olan yalanlar, geride kalanlar... Saatler! Durdurun uçağı hakim bey! Durdurun! Sekecek var. Evrenin tabanına çarpıp, sürtünmesiz ortamda, n'yi hiç alıp emcekare amcayı öpmem gerek. Çok yersiz oldu bu çekim. Bir saniyeniz var mı? Fazla varsa alabilir miyim bir dal? Bir de varsa ateşiniz... Evet efenim zamanı yakacağım. Benimki doldu da... Alayınızın hayatını yakacağım! Sonra kaçacağım buralardan, bırakacağım bu işleri. Bir köye yerleşip kenevir ekeceğim. Evet efendim, yanmış saniyelerinizi gübre olarak kullanacağım. Zamana kenevir ekeceğim. Benimki dondu da biraz. Uzatma da ver ateşi, çözülsün zaman. E oluyor böyle şeyler, zaman zaman. Katılmamak lazım. Bırakın herkes ne yapmıyorsa yapsın değil mi canım? Biz dalgamıza bakalım. Olsun, İzmir'e gider orada bakarız. Olmadı ben dünyayı yakar, denizi buraya getiririm. Aradım zaten, yoldaymış. Gelirken bir şeyler de alacak. Araya koymalık. Ama seninki gibi mesafeler değil, daha yeşil şeyler, araya koymalık. Bitkisel hayat gibi... Evet hayatım, aramıza bitkisel hayat koymayı düşünüyorum. Birkaç arıda koyarım etrafa, alerjini tetikler de hapşırırsın, bitkiler tozlaşır, etraf toza bulanır belki. Hani aradan uzun zaman geçmiş gibi. Zaman tozlanırsa vururuz birkaç tane, düşer aradaki tozlar, çalışır yine. Zihnim tozlandı biraz. Yemin ederim bu son line...

Bilinç içinde saklanan, üstte olmayı sevdiği için altına yerleşememiş düşünceler...

Düşünceler hükmetmeyi sever. Küçük morluklar bırakırlar mesela zihinde. Parçalar koparırlar kafandan, çok çekiştirip. Peşini de bırakmazlar hani. Takip ederler, olmayacak yerlerde taciz ederler. Kıskançtırlar, başkalarını kabullenemezler. Yolda yürürken, elinde sigaran kulağında kulaklık, kafanın yanında yürürler yalnız bir akşamüstü. Sayko bir gece ya da sakince bir uykuda... Hemen yanı başında beklerler hınzırca. Bir dumana gizlenirler bazen, bir poşete, şırıngaya ya da bir çizgiye. Bazen bir tınıya dönüşüp, aşina seslerin arasından sızarlar içeri, kokarlar beklemekten, sığınıp bir aromaya... Kısaca her zaman bir yolunu bulurlar içeri girecek, hayallere ulaşacak.

NE OLUR ÇIKIN KAFAMDAN. İNTİHARA YERİM KALMADI.