özgürce saçlarımı savurmalıydım,

hayatın akışında üzerime yapışmış is kokusundan,

yüzümden akan yaşlardan eksilmeliydim.

damarlarımdan akan kanlar nefreti kucaklıyor.

susup hareketlerinden anladığım hayatta yaşamaya uğraşmak.

maddeler, ışıklar çekiyor beni belirli diyarlara,

ben, titreyen ellerimle bir bütün olmuşken,

tutuyorum hayatımın mezarlıklarını.

iki sene veriyorum yaşamak için.

bolca tövbeler ve namaz kılmaların çoğalması.

günahkarım ben.

yüzümden akan yaşlar kadar günahlarım çoğalıyor.

her acıda gelen isyan,

bileklerimi kesiyor.

ben gecenin bir saatinde,

gözlerimi açık tutup, içime seslenen,

çığlık attığım günlerde,

sevilmemiş olmanın çaresizliğinde.

güzelliğine eklenen satırlar,

kalbimi paramparça yaptılar...


oysa ki düşünmeden edemiyorum hayatı,

toprağı avuçlayıp boğazıma dizdiğimde,

anlıyorum zencilerin ne kadar ağladığını.

elleriyle yerlere vuruyor, hıçkırıklar...

fayda vermeyecek birilerinin peşinde olmak.

fayda vermeyecek, bir başkasının peşinden.

sonsuz dünyaya gidenin arkasından ağlamak.

oysa ki hâline ağlamalı insan...

kırk gün uğramayan derdin sonunda biten yaşamak.

yalvarmalar, söylemler,

bir bir sökülüyor sevgiler,

bilmem hangi alo'lar sergiliyor,

hangi günlerin ardında bir parkta,

hıçkırarak ağlamaların hızlanması.

isyan, isyan...

bağışlayamıyorum kendimi,

ben çaresizim,

dermanı olmayan derdin isyanına yenik düşmüş,

ufacık kanatların izinden giden hayatın,

bir bir siliniyor şimdi yaşlar,

kendi elimden tutamıyorsam, anlamı ne yaşamanın...